1 Mayis 2008

Eylem ve eylemsizlik arasında kalan ve Valiliğin önlemleri yüzünden Taksim'de çalışanlar için işe gidişte soruna yol açacak gün.
Benim gibi taksim civarında çalışanlara önemle duyurulur:
  • Galata ve Unkapanı köprüleri üzerinde sizi durduracak olan polislere göstermek üzere varsa şirket kimliğinizi yanınıza alın. "Valla billa Taksim'de çalışıyorum" diyin.
  • "Olabilir, ben senin iş yerinin Taksim'de olduğunu nereden bilecem" diye inanmayan memura şirketinizin adresi yazılı bir broşür, antetli kağıt v.s. varsa gösterin. Bunları yanınıza almayı unutmayın.
  • Varsa şirketiniz önünde caddeyi gösterecek şekilde çekilmiş bir adet 10-15 ebadında resim de taşıyın. "Abi itin köpeen olayım, patron beni öldürür, bırak geçem kurbanın olam" diyin.
  • Baktınız olmuyor, pişkinlik yapın. Suratınızı azdırıp "Sen sivillerle ne biçim konuşuyorsun?" diyin. "Siviller" kelimenizi duyduklarında sizi polis-komise-amir sanıp tırsar bırakırlar genelde. Bu da kulağınıza küpe olsun. Ama kulağınızda küpe olmasın. Adam yerine koymuyorlar. (Denemeyle sabittir)

18 Nisan 2007 Malatya Yayınevi Baskını

Amcası Hamza'yı öldüren Vahşi'nin bile öldürülmesine izin vermeyen Peygamber'in dini adına işlendiği iddia edilen cinayetlerdir.
İslam dininde vahşet yoktur. Vahşet insan doğası içinde vardır. Bunlar, doğduktan sonra çükleri kesilmiş, "Hadi Vatan için, Allah için hurra" diye gaza getirilmiş, cahil ve sapkın kişilik taşıyan insanlardır. Kendinize model almak istiyorsanız Mevlana'yı alın.

MİT Arşivindeki UFO Görüntüleri

Henüz gerçekleşmemiş ama eli kulağında, ortaya çıktığı zaman ülke gündemine bomba gibi düşecek görüntülerdir. Ben size şimdiden spoiler vereyim:

Bir kazayı görüntüleyen bir eksperin objektifine takılan bu ufo görüntüsü susurlukta çekildi: Resim 1

Bu ilginç görüntü ise Papa'nın halkı selamlaması sırasında amatör bir kameraman tarafından tesadüfen çekildi: Resim 2

Bu görüntü ise Arap asıllı olduğu iddia edilen amatör bir fotoğrafçının deklanşöre basması ile hafızalara kazındı: Resim 3

110 Alo İtfaiye

Ccep telefonunuzdan aradığınızda, o an sizin cep telefonu operatörünüzün bağlı olduğu baz istasyonunun bağlı olduğu ilçe itfaiye müdürlüğüne aktaran numaradır. Biliyorum karmaşık oldu biraz ama yaşadığım bir olay ile açıklayayım. Geçtiğimiz yaz Zeytinburnu ilçesindeki Surp Pirgiç Ermeni Hastanesinin önünde iken, karşıdaki boş alandaki otların tutuştuğunu ve yanmaya başladığını gördüm. Yanan yer ile itfaiyenin arası 2-3 sokak. Telefon çaldıktan sonra şöyle bir konuşma geçti:
- İtfaiye.
- Bir yangın ihbarında bulunacaktım.
- Adresi alayım.
- Surp Pirgiç ile Balıklı Rum Hastanesi'nin oradaki futbol sahasının kenarındaki otlar tutuşmuş, SSK Dispanseri'ne doğru ilerliyor.
- İyi de kardeşim burası Fatih İtfaiyesi, sizin Zeytinburnu İtfaiyesi'ni aramanız gerekiyor.
- Kardeşim ben cepten arıyorum. 110 u tuşladım siz çıktınız karşıma.
- O mıntıkaya Zeytinburnu İtfaiyesi bakıyor.
- Ya banane kim nereye bakıyor kardeşim, Zeytinburnu bakıyorsa siz de onlara haber verin Allah Allaaah.
- Tamam biz haber veririz. dedi ve kapattı. İşte cep operatöründen yönlendirmeler sebebiyle de bu tarz durumlar ile karşılaşabiliyor insan. harita üzerinde görelim durumu: http://img254.imageshack.us/img254/5438/itfaiyeph2.jpg

Ha bu arada nöbetçi eczane sorgulandığında da Fatih çıkıyor. Acaba onları da arasak size Zeytinburnu eczaneleri bakıyor derler mi?

UFO

Bir TV kanalında ufolar ile ilgili bir belgesel izlerken dünyada ufolar alanında çok tanınmış ama şimdi ismini hatırlayamadığım (x diyeceğim) bir kişi ile ropörtaj yapılıyordu. Adam tek kolluydu ve belgeselde şöyle bir ifade geçmişti: "Defalarca ufolar tarafından kaçırılan x'in tek kollu olmasının sebebi ufolar değil bir Türkiye seyahati sırasında geçirdiği trafik kazasıdır." O an bilimsel bir programda ülkemizin de adı geçtiği için gurur duydum.

Türkiye: Kamplasma

İnsanların kamplaşmaya başladıkları, birbirlerinden bir şeyler öğrenmek yerine baştan ön yargılar ile hareket ettikleri, kesinlikle birbirlerini dinlemek istemedikleri, hatta tahammülleri olmadığı, hale ki son bir kaç yılda bu durumun daha da şiddetlendiği canım ülkem.

(Kaynak bkz: #12699124)
--- aethewulf ---
bizzatihi arka arkaya gelen yazıları okumuyor, iddianın kendisini filan hiç kimse araştırmıyor, ölçmüyor, tek bir gazete referansı, bir internetten sayfa filan dahi beklemiyorsa bu algı düzeyi ile nasıl iletişim kurulur?
--- aethewulf ---

Kıdem Tazminatının Kaldırılması İhtimali Üzerine

Lise hayatımda kredili sisteme geçiş süreci yaşadım. Üniversite hayatım boyunca 4 yıl ayrı ayrı sistemlerde okudum. Önce bütünleme hakkımı kaldırdılar sonra iki vize bir finale çıktı sonra oranlar %40-%60'dan %50-%70 gibi bir şeyler oldu. İşe girdim emeklilik kanunu değişti. 42 yaşında emekli olabilmek varken bu 62 ye çıktı. (Şimdi ne 42 doğru ne 62 el insaf) Bir sene sonra işimde yükselme ya da işsiz kalma gibi bir durumum var. Şimdi nasıl bir sistem oturtulacak ki benim mevcut kazanım hakkım korunacak. Atıyorum şu an işten çıkartılsam 10 bin ytl tazminat alacaksam, gelecek sene bu kanun çıkarsa ve işten çıkartılırsam aynı parayı alabilecek miyim? Yoksa "sizin için geçiş dönemi hazırladık" adı altında 3 bin ytl mi verilecek? Bu parayı kim verecek? İşveren mi? birikmemiş fondan devlet mi?
Sabah gazeteleri okuyorum. Milyar dolar sahibi türk işadamları var listede. "Bir yılda servetini ikiye katladı" yazıyor.
Rahmetli "bir koyup üç alacağız" diyordu. Kimi koymadan üç alır, kimi üç koyar üçün birini bile alamaz.
Hakkaten o kadar çok kesinti var ki maaşımdan. 35 yıl prim ödeyeceğim 62 yaşından sonra belki 5 yıl maaş alacağım. Bu arada işsiz kalırsam kıdem tazminatı da alamayacağım. Gelişmiş ülke olsak güvenirim ama hiçbir hükumet şimdiye kadar güven vermedi bana.
Aslında beni yıkan da ney biliyor musun? A partisi de aynısını yapıyor, B partisi de, C partisi de... Ne olacak halimiz?

Yurtdışından Türkiye'yi gözlemleyen birisi toplumsal yapımızla ilgili olarak şöyle bir tespitte bulunmuştu: "Türkler yaşlılarına efendileri gibi, çocuklarına da yarı tanrı gibi davranırlar."
Bir arkadaşım da Rusya gezisi sonrası şöyle bir tespitte bulunmuştu: "Rusya'da yaşlılar sosyal güvenlik sisteminin dışında kaldıkları için, sokaklar evsiz, barksız aç-sefil yaşlılarla dolu, çocuk fuhuşu ise had safhada." Şimdi sosyal güvenlik sisteminin toplumsal yapı ile nasıl doğrudan bir ilişkisi olduğunu düşünelim ve sosyal güvenlik ile ilgili enstrümanlarla oynamanın toplumda yaratacağı etkileri düşünerek hareket edelim. İşsiz kalıp zor duruma düştüğümüzde yaramıza az da olsa merhem olan ama tabiri caizse zaten çük kadar olan kıdem tazminatının kaldırılmasının (Yerine gelecek olan şey'in tatmin edici olabileceğine inanmıyorum) etkilerini bir düşünelim. Ha bunu bir de yerel siyasetçi olup, seçerek meclise gönderdiğimiz milletvekillerinden umut edelim. Ne de olsa umut fakirin ekmeği değil mi?

Olasılığı tanımlayayım mı? Türkiye'de her gelen hükümet ile birlikte düzen'in değişmesinin yansımalarından biridir. Bir durun lan!

Şeriat Gelecek Kaygısı

Türkiye'deki mevcut gelişmelerde dünyada meydana gelen gelişmelerin de etkisi vardır. Türkiye iç dinamikleri ile şu an bulunduğu pozisyonda değildir. AB ve ABD'nin son 5 yıldaki tutumları türkiye'de nefretle karşılanmış ve insanımızın, bu ülkelere ve bu ülkelerin temsil ettiği değerlere uzaklaşmasına yol açmıştır. özellikle AB'nin iki yüzlü tutumu ve ABD'nin burnumuzun dibinde devam ettirdiği savaş ve insanlık dramları insanlarda güvensizlik, korku ve paniğe yol açmıştır. Bu gelişmelerden mütevellit ortaya çıkan duygular insanların kamplaşmasına, etiketleme yapmasına ve hoşgörülerinin azalmasına sebep olmuştur.

Benzer şekilde ekonomik gelişmeler de bu etkileri tetiklemektedir. İnsanların refah seviyelerinin azalması toplumda bozulan huzuru daha da kötüleştirmekte, 'sinir' açısından canlı bombaların sokaklarda dolaşmasına sebep olmaktadır.

Toplumun dengesi bozulduğunda, hoşgörü ile çözülebilecek olaylar, önce tartışmalara sonra da eylemlere dönüşür.

Önemli olan, öncelikle ekonomik gelişmenin devam ettirilmesi için ülke gündeminin birinci sırasına ekonomiyi almak ve sağlam iradeye sahip yöneticiler ışığında toplumu doğru yönlendirmektir ki tüm siyasi partiler incelendiğinde bu mümkün gözükmüyor.

Siyasiler ile ilgili bir nokta: Uzak bir akrabam siyasi hayatına sol partide başlayıp 80 ihtilali sonrası muhafazakar bir partiye ardından şeriatçı bir partiye ardından da ılımlı islami bir partiye geçti. Açık konuşayım benim bu akrabam siyasetten çıkar sağlamak için siyasetin içinde ve onun için parti ya da politik görüşten çok musluğun başında kim olduğu önemli. Şimdi düşünün, bu şekilde siyasetin içinde kaç kişi var?
Siyaset ülkeyi yönetmek mi yoksa akan musluklarına en yakın yerde koyunları otlatmak mı?
İşte bu düşüncelerden mürekkep fikrim; Şu an toplumu yönlendirebilecek siyasi yapıya sahip olamamamız sebebiyle med cezir etkisinden kurtulamamamız ve saplantılara sahip olmamız.

Son olarak saplantı derken sadece 'şeriat gelecek' değil, diğer ülke gündemindeki tüm durumları kastettim. Güvensizlik ve korkularımız doğru düşünmemizi engelleyerek normalde olduğumuzdan çok daha farklı eylemlerde bulunmamıza yol açıyor.

Türban Özgürlüğü İroniktir

Özgürlük, diğerlerinin onun özgürlüğü için düşündükleri değildir.
Eğer insanlar türbanı tercih ediyorlarsa, türbanlı gezme özgürlüğü talep ediyorlarsa, bu tercihi yapıp sonuçlarına katlanan insan dışındaki insanları bu durum ilgilendirmez. (özgürlüğü kısıtlanıyor anlamında)

Bu durumların yarattığı düşünülen özgürlük dışı durumlar kişileri bağlar. diğer insanları ilgilendirmez.

Bu itibarla, türbanı tercih eden insanların türban giyme özgürlükleri talep etmeleri ironik değil doğaldır. yani önerme yanlış. sorunların çözümü empati ve karşılıklı saygı ile başlar.

Türbanlı Kıza Mektup

Türbanlı kıza mektup başlıklı yazılar yazıldı. İçeriği de genel olarak şöyle idi: "Ben senin türbanına izin vereceğim. Şimdiden söyleyeyim ileride irticacı olursan ve saire ve saire" Yani başı iyi başlayıp sonunda aşağılamalar ve ayrımcılık olan ve tüm türbanlıları tek şekilde değerlendiren yazılar idi. Benim yazım ise:

Türbanlı Kıza Mektup nedir?

Etiketlenmiş kıza yazılmış mektuptur.
Aslında işin ilginç yanı insanların sürekli diğer insanları etiketlemek istemesidir.
mesela bir yazar görürsün, iki yazısını okursun "tamam bu faşist" ya da "dinci bu" ya da "tamam bu dinsiz imansız" diye yaftayı yapıştırırsın hemen. açıkçası insanları toptan etiketlemek yerine, insanları 'birey' bazında değerlendirmek ya da eylemlerini etiketlemek yerine her eylemini ayrı değerlendirmek gerekir.

şimdi neden etiketleme hadisesinin üzerinde bu kadar durduk biliyor musunuz? bu etiketleme hadisesini sadece bireyler değil devlet de yapıyorsa eğer işte o ülkede insan haklarının daraltıldığı ve ayrımcılık yapıldığı görülür. şöyle ki eğer siz "insan" temelinde bireyleri ayıramayıp "kürtler, aleviler, türbanlılar, faşitler, komunistler, cumhuriyetçiler, ateistler" gibi 'etiket' düzeyinde muamelede bulunursanız yapacağınız tüm eylemler ayrımcılığa girer. mesela tüm kürtleri "bir kişi gibi" değerlendiremezsiniz ya da tüm türbanlıları. herkese eşit kuralları koyarsınız ve bu kurallara uymayan bireyleri yargılarsınız.
eğer bölücü veya terör amaçlı faaliyetlerde bulunan insanlar var ise bunların etiketine bakmadan yargılamanız gerekir. eğer bir insan "Allah'u Ekber" diyerek birisinin kafasına elindeki satırı indiriyorsa bu birey "cinayet işleyen bir insandır. fazlası değil. eğer dinci diye etiketlenen bir örgüt mensubu ise 'terör örgütü mensubudur' fazlası değil. eğer bir insan başını kapatıyorsa bu insan başını kapatıyordur. eğer kamu düzenini bozacak eylemlerde bulunuyorsa o zaman 'kamu düzenini bozan bir insandır'.
demogojiye açık bir mevzu. ama son olarak şunu söyleyebilirim. "devlet düzenini şeriat düzeni şeklinde değiştirmeye çalışanlara açık mektup" olarak düşünmek yerine "türbanlı kıza açık mektup" ayrımcılığın daniskasıdır. çünkü ben devlet düzeninin şeriat olarak değiştirilmesine veya ülkenin bölünmesine karşıyım. aynı şekilde milletimizin bir bölümünün (bu hangi bölüm olursa olsun) ayrımcılığa tabi tutulmasına da karşıyım.
ve bırakın şu etiketlemeyi de fikirleri tartışın.

31 Ocak 2008 İstanbul Patlamasının Sorumluları

görevini yerine getirmeyen kamu görevlileridir.

birinci derecede suçlu belediyedir.
ikinci derecede suçlu belediye anlayışıdır.
üçüncü derecede suçlu yönetim anlayışıdır.

şimdi temel felsefe şu: "'balık baştan kokar'".
ek açıklama: mevcut yönetim de dahil geçmişteki tüm yönetimler de suçludur.

evet, balık baştan kokar. bir yerde eğer kamu görevlileri 'insiyatif' kullanmaya başlamışlar ise o yerde kamu düzeni bozulur.
şimdi örneklerle destekleyelim.
- her sabah zeytinburnu'ndan minibüse binerek topkapı'ya gidiyorum. bu sevgili minibüs şoförleri bakırköy zeytinburnu arasında, 15 dakikada alınacak yolu ara duraklarda zaman geçirerek bir saate çıkartıyorlar. vatandaş tepki gösterdiğinde de kavga ediyorlar.
bu aralar sıkça bir olaya şahit olmaya başladım. minibüs şoförü, araç dolu iken, silivrikapı'daki otobüs durağına giriyor ve yolcu bekliyor. bir kere ayakta yolcu alması trafik suçu. ikincisi otobüs durağına girmesi trafik suçu.
yoldan geçen trafik polisleri kafalarını bile çevirmeden es geçiyorlar. ardından bazen yunuslar, motorsikletlerini durdurup, minibüs şoförünü ikaz ediyorlar. minibüs şoförü duraktan çıkınca da yollarına devam ediyorlar. işte ince nokta burası. eğer polis bir suçun işlendiğine şahit oluyorsa kanunun kendisine emrettiği görevi yapmak zorundadır. fakat bu noktada insiyatif kullanma hakkını kendisinde gören kamu görevlileri sebebiyle kamu düzeni bozulmaktadır.
- ikinci örnek sokakta yapılan düğünler. sokakta düğün yapılması bir gelenek olabilir ancak şehir gibi insanların daha sık ve iç içe yaşadıkları yerlerde yani kamu düzeni ile örf ve adetin kesiştiği noktada örf ve adet ikinci planda yer alır. yani kısacası sokakta düğün yapılması bir çok kişinin adeti olsa bile özellikle kentlerde sokakta düğün yapılamaz.
çünkü insanlar çevreye verilen gürültü kirliliğinden rahatsız olabilirler. (olurlar)
düşünün ki siz hemşiresiniz (bir yakınım) o gece 00:00 ile sabah 08:00 arasında mesainiz var. öğleden sonra saat 15:00 de yatmışsınız ve akşam 18:00 den itibaren sokağa konulan dev kolonlardan çıkan ses yüzünden uyuyamıyorsunuz. polis çağırıyorsunuz. polis gelip uyarıp gidiyor. -ki kanuni desibel'in üzerinde ses varken bile. (ama mesela nişantaşı'nda sokakta düğün yapamazsınız. oradaki vatandaşın sesini kamu görevlileri dinliyor. bizi zikleyen yok ya neyse)
- üçüncüsü kaçak işyerlerini denetlemeye gelen zabıtalar ile ilgili. yukarıdaki gibi detaylı bir örnek gösteremeyeceğim ama zeytinburnu'nda oturduğum ve ilkokuldan itibaren konfeksiyon, çay ocağı, matbaa ve oto tamirhanesinde çalıştığım için biliyorum zabıta abiler güzel abilerdir. işverenler de konukseverdirler.

dikkat edin. hayatınızda bu ve benzeri o kadar çok olaya şahit olmuşsunuzdur ki. daha önce de başka bir entryde ironi yaparak şuna vurgu yapmıştım. "ingiltere'deki futbolcular araba kulllanmayı bilmezler. politikacıları ve sanatçıları da araba kullanmayı bilmezler. ama yurdumda öyle mi? bir tanesi bile kaza yapmamıştır."

benim anlamadığım anlayamadığım şu: adama diyorsun ki "senin görevin şunu şunu yapmak, şunu yapanları tespit etmek" ama adam bu durumu görünce yapması gerekeni yapmıyor. bak çocuklarına yedirdiğin bir lokma var. o lokmayı halktan toplayıp sana veren devlet o görevi yapmanı emrediyor. ama sen yapmıyorsun. neden?
üç sebep var.
- birincisi "böyle gelmiş böyle gider" düzeni çalışanlar arasına yerleşmiştir.
- ikincisi 'negatif öğrenme'dir. dileyen örneği okuyabilir. (bkz: negatif öğrenme) enişteler bu anlayışın yerleşmesine sebep olmuşlardır. (bir ve iki aynı oldu gibi)
- üçüncüsü hümanist bazı kamu görevlilerimizdir. nedense bu insanlar vatandaşa yardım etmek için yapmadıklarını bırakmıyorlar. yahu kardeşim sen maaş aldığın kurumun çıkarını düşüneceksin. çünkü sağlıklı bir bünyede maaş aldığın kurum, kamu yararı için kurulmuştur ve o kurumun üzerinde tüm vatandaşların hakkı vardır. sen kim oluyorsun da diğer bütün vatandaşların haklarını insiyatifin çerçevesinde kullanabiliyorsun?
- dördüncüsü aflardır. sonunda af çıkacağını bilen vatandaş gevşek davranır. kamu görevlisi de sonunda af çıkacağını biliyorsa gevşek davranır.
- beşincisi (üç sebep var dedik ama beşe geldik) dördüncü madde ile alakalı yapılan popülist eylemlerdir. mesela bir yetkili bir kamu görevlisi diyor ki: "ssk primi ödenmeyen işçilere de tazminat ödenecektir." bunu duyan bir kısım işveren de içinden "ulan bir kaza olursa zaten devlet ödüyor. ben niye sigortalı yapayım işçimi?" diye düşünüyor. şimdi açıkçası aslında en önemli sebeplerden bir tanesi bu. çünkü kurallara uyan vatandaşı otomatikman cezalandırmış oluyorsunuz. mesela terör eylemleri sebebiyle vatandaşların arabaları yakıldığında bir yetkili kamu görevlisi: "insanların zararları devlet tarafından ödenecek" dedi. peki. bir karar varmak gerekiyor. şunu söylemek lazım. devlet vatandaşının başına gelen sansasyonel tüm zararları öder mi? yok. bunun garantisi yok. zaten bu sebeple batıda devlet insanları sigorta yaptırmaya teşvik ediyor.
bilinçli insanlar bu sebeple sigorta yaptırıyorlar ve başlarına bir felaket geldiğinde sigortacılar sigortalıların hasarlarını ödüyor. şimdi bir olay meydana geldiğinde devlet tüm zararı ödeyecek mi? hayır. aslında olayın sansasyonel olması ile alakalı. eğer oy alınabilecek bir durum söz konusu ise bu zararlar ödenir ama ya sadece sizin başınıza geldiyse ve sansayonel değilse? şimdi devletin bu konudaki tavrı açık değil.
ikincisi mesela sigorta yaptıran bilinçli insan hasarını sigorta şirketinden aldı. yaptırmayanınkini de devlet mi ödeyecek? o zaman bu adam neden sigorta yaptırıyor? (hem malı hem de işçisi için) popülist politikalar zararlıdır.

iş yoğunluğundan bölük pörçük olmuş bu entryde fikirler parça parça da olsa verilmiştir. gerisi okuyucunun onları kafasında birleştirmesine kalıyor.

Ekonomiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii 2

Ekonomik olayların gazetelerin iç sayfalarında, siyasi olayların gazetelerin birinci sayfalarında yer aldığı ülkem.
Ekonomi, işsizlik, mortgage krizi, sosyal güvenlik yasası'ndaki değişiklikler v.s. halkın ilgisini pek cezbetmiyor.
Varsa yoksa türbanlı, alevi, kürt, ermeni, faşist gibi konular toplumun ilgisini daha çok cezbediyor.
Bu sorunların henüz çözümlenememiş olması -ve bu gidişle çözümlenemeyecek olması- geri kalmışlığı aynen devam ettirecek.
Şahsi düşüncem bu ve benzeri konuların öncelikle çözüme kavuşturulması, tartışılması ama ülke gündemini etkileyecek şekilde seviyede değil. Her şeyden önemli olan, yarın da ayakta kalabilmek için ekonomiye önem verilmesi.

Son olarak şunu söyleyebilirim: "Dedem, babam hep bu fasit tartışmalar içinde olduğu için ben bugün ilerleyememiş durumdayım. Daha çok çalışmış olsalardı ben sıfırdan değil daha üst bir noktadan başlangıç yapabilirdim." Tamam siyasi konuları gene tartışın ama torunlarınızı düşünerek ekonomiye önem verin.

Erdal Şafak'ın köşe yazısında spesifik bir kaç örnek belirttiği gibi: (makalenin son yarısı)
Kaynak: Sabah Gazetesi

Ankara Nelerle Uğraşıyor?
Ekonomiden sorumlu bakanlarımız başta olmak üzere yetkililer, "bize pek bir şey olmaz" havasındalar. dileriz haklı çıkarlar ama davos'ta yazılan senaryolarda türkiye'nin de kulağı çınlatılıyor. örneğin krizin avrupa'ya sıçradığını söyleyen nouriel roubini şöyle diyor: "baltık cumhuriyetlerinden türkiye'ye kadar cari açıkları çok büyük olan ülkeler var. bu halklar yabancı paralarla borçlandılar ve konut kredisi aldılar. sonuç emlak sahiplerinin iflas ettiği arjantin ve meksika gibi olabilir."
zaten dün tüsiad genel kurulunda da pek iyimser bir tablo çizilmedi. yönetim kurulu başkanı arzuhan doğan yalçındağ'a kulak verelim: "ekonomiden gelen sinyaller çok olumlu değil. büyüme hızımız önemli ölçüde yavaşladı, enflasyon nispeten hız kazandı, genel işsizlik oranı artmaya başladı, kamu maliyesinde disiplin zedelendi, cari açık sorunu büyüyerek devam etti. yaklaşan küresel dalgaya maalesef bu bilançoyla giriyoruz. dünya hızla bir krize doğru ilerliyor ve türkiye için 2008 çok zorlu bir yıl olacak gibi görünüyor."
ama ankara bu zorlu yılı nasıl göğüsleyeceğine kafa yormak yerine bambaşka konulara öncelik veriyor. o nedenle yalçındağ'ın "bütün enerjimizi ekonomiye yoğunlaştırmalıyız. ancak bir süredir, aslında çok daha rahat bir zamanda tartışmamız gereken türban konusunu, gündemin birinci maddesi haline getirdik" yakınmasının pek etki yapacağını sanmıyoruz.
dahası, gündemin türbana kilitlenmesinin yanı sıra, son zamanlarda artan tuhaf çıkışların da, sadece batı gündeminden değil, batı değerlerinden, hatta batı'dan uzaklaşma eğiliminin işaretleri olmasından kaygılanıyoruz.
yoksa tren biz farkında olmadan makas mı değiştiriyor?

Kamus Namustur

Kamus: Sözlük, büyük sözlük, bir dilin bütün sözcüklerini içeren sözlük
Kaynak: Cemil Meriç'in 'Bu Ülke' adlı eseri

"kamus, bir milletin hafızası"
Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddimesi yıkan fransız ihtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: Kamusa.
Eski sözlüğe kızıl bir külah geçirdiğini söyleyen Hugo, tek kelime uydurulmamış, Sembolizm'in üç silahşörü de öyle. Ama kullandıkları her kelime yeni. Heyhat! Batı'da cinnet bile terbiyeli!

Ermeniler Dışarı Çıkmaya Bile Korkuyorlar

Türkiye'de yaşayan, T.C. vatandaşı olan, azınlık olarak tanımlanmış, Lozan Antlaşmasının 39.maddesine göre "müslüman-olmayan azınlıklara mensup türk uyrukları, müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık (medeni) haklarıyla siyasal haklardan yararlanacaklardır." ifadesi ile eşitlik haklarından yararlanabilmesi gereken ve hrant dink'in öldürülmesi-katli ile son günlerde rahatsız olmuş insanlardır. Bu kitabi tanım. Bir de gerçeklere gelelim. Türkiye'de yaşarlar. T.C. vatandaşıdırlar. Yaklaşık 50-60 bin kişidirler. Doğu anadolu'da çok az kalmakla birlikte ekseriyeti İstanbul'da yaşarlar. İstanbul'da da özellikle Kurtuluş (Şişli) ve Kocamustafapaşa semtlerinde yoğun olarak yaşarlar. Diğer azınlıklarda ve azınlık olmayan ama devletin potansiyel güvensizlik yaşama ihtimali bulunan bireyle birlikte bazı askeri makamlardan (mesela subaylık) ya da bazı siyasi partilerden uzak tutulurlar. (Ben de Ermeni ya da azınlık olmamama rağmen bu sınıftayım. Bu ayrı bir entry konusu. Bu sebeple bu hususu uzatmıyorum) Bunların dışında insan seviyesine indiğinizde genelde iyi huylu ve yardımsever insanlardır. Şimdiye kadar tanıştıklarımda ırkçı bir tutum görmedim. Bu hususa girmemeye özellikle dikkat ediyorlar. Hatta çokça yardımlarını da gördüm. Hrant Dink. Evet onun cinayete kurban gitmesi hem Ermeni asıllı vatandaşlarımızın hem de tüm Türkiye'nin dengesini bozdu. Yanlıştı. Olmaması gerekiyordu. Yapanların karşısında olmak gerekiyor. Buraya kadar şimdiye kadar değinemediğim hususları ifade etmiş oldum. Şimdi ise Sabah gazetesinde bu sabah okuduğum bir haberden yola çıkarak fikirlerimi ifade etmek istiyorum. Gazetenin 21.sayfasında geçen haber. "ermeniler dışarı çıkmaya bile korkuyorlar". haberin içeriği ise şöyle:
= Ermeniler dışarı çıkmaya bile korkuyorlar =
İngiliz haber ajansı Reuters, Hrant Dink'in ölümünün birinci
yıldönümünde Türkiye'deki Ermenilerin yaşadığı kaygılara ilişkin bir haber
derledi. Ajansa konuşan Agos gazetesinin genel yayın yönetmenliğini üstlenen
Etyem Mahçupyan, Türkiye'deki Ermenilerin dışarı çıkmaya çekindiklerini söyledi.
Mahçupyan, "Birçok Ermeni artık kimliğinin bilinmesinden çekiniyor. Bu büyük
umutların beslendiği bir zaman değil. Hâlâ tehlikelerin var olduğu bir dönem"
dedi. Türkiye'de Ermenilerin nüfusunun 60 bine düştüğünü kaydeden Reuters, bu
sayının Osmanlı döneminden bile düşük olduğuna dikkat çekti. Haberde, Agos'un
yakınlarında bir çaycıda oturan Ermenilerin görüşlerine yer verildi. Adını
vermeyen 17 yaşındaki bir genç duygularını şöyle anlattı: "Dink'in ölmesi
bardağı taşıran son damla oldu. Bu ülkede daha kötü zamanlar da gördüm;
darbeler, ekonomik krizler, depremler. ama eğer yapabilirsem burayı terk etmek
istiyorum. Bu ülkede nefes alamıyorum. Herkes size düşman gibi
davranıyor."
Öncelikle orjinal haber metnini buldum. Şu adresten ulaşılabilir: tıklayın
Reuters haberinde 'Hrant Dink'in ölüm yıldönümünde Türkiye Ermenileri'nin üzüntülü oldukları'nı ifade eden bir başlıkla sunuluyor. (-ki bu gayet doğal) ve açıklamaları ile habercilik açısından gayet başarılı bir haber. Haberde geçen bazı ifadeler yorum olsa da kapsamlı bir biçimde bir çok konu sunulmuş. Yani biraz amiyane tabirler kullanırsak: "Adam olayların satır başlarını yazarak çatır çatır koymuş lafı" burada "vay şerefsizler ne biçin konuşuyorsunuz lan siz" demek yerine "çatır çatır gelişine vurmak" gerekir -ki bu hala bizim sahip olamadığımız bir yetenek. Eğer karşındakinin ifadeleri ve iddiaları hoşuna gitmiyorsa karşıt görüşlerini gene aynı yöntemleri kullanarak ifade edebilmek gerekir. Kısaca haberde adamlar döşenmiş.
Bu haberden yola çıkarak kafama takılan bazı hususları ifade etmek isterim:- Sabah gazetesinin bu haberi kırparak, okuyanın sadece Ermeni asıllı vatandaşlara karşı düşünceler beslemesinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Eğer ortada haber değeri taşıyan bir konu varsa bence bu okuyucuya tüm çıplaklığı ile sunulmalıdır. Haberleri kırpıp yorumlamak köşe yazarlarının işidir. (Sabah gazetesinden şikayetçiyim. Geçenlerde de Bush, İsrail'i ziyaret etti. Ziyaretindeki görüşmeler ya da basın açıklamaları tek satır verilirken İsrail duvarının İsviçre Peyniri'ne benzetilmesi ya da kolundaki -atmaca mı şahin mi ne haltsa artık- kuşun resimleri ve haberi dev puntolarla verilmişti.) Sabah gazetesinin bu dikkatsiz ve özentisiz tavrı, bu kadar hassas konularda toplumu yanlış yönlendirmektedir.
- Sayın Mahçupyan'ın ifadelerini kendimce doğru bulmuyorum. Ermeni asıllı vatandaşların sokağa çıkmaktan korktukları hususu gerçeği yansıtmıyor. Bence konuya dikkat çekmek için abartılı ifade etmiş. Söylediklerinde bence tek doğruluk payı "kimliklerini gizleme hususu" -ki bu konuda haklı. Gerçekten Ermeni asıllı vatandaşlar kimliklerini açıklamakta hevesli değiller -ki bana göre de haklılar. Çünkü kimliğinizi ya da boşver kimliği memleketini bile ifade etsen karşındaki insanın -nedense- sana karşı davranışları değişiyor. Bu sebeple doğru bir ifade olmuş fakat bir önceki ifadenin arkasına geldiğinde farklı algılamalara yol açabiliyor.
Son olarak en önemli mesajımızı verelim. Bu konu hassas bir konu ve her iki tarafın da azami hassasiyeti, saygısı ve yapıcılığı ile ilerleme kaydedilebilir.
Sabah gazetesine: Haberi okuduğumda bir tutarsızlık gördüm. Çünkü 17 yaşındaki bir gencin darbelerden, ekonomik krizlerden yaşamış gibi bahsetmesi saçma geldi. Sizin çeviriniz şu şekilde:
--- `sabah` ---
Haberde, Agos'un yakınlarında bir çaycıda oturan ermenilerin
görüşlerine yer verildi. Adını vermeyen 17 yaşındaki bir genç duygularını şöyle
anlattı: "Dink'in ölmesi bardağı taşıran son damla oldu. Bu ülkede daha kötü
zamanlar da gördüm; darbeler, ekonomik krizler, depremler. ama eğer yapabilirsem
burayı terk etmek istiyorum. Bu ülkede nefes alamıyorum. Herkes size düşman gibi
davranıyor."
--- `sabah` ---
ama orjinal ifade ise şu şekilde:
--- `reuters` ---
the owner of the tea house, who declined to give his name,
said he was horrified to learn dink's killer was an unemployed 17-year-old who
wanted to become a nationalist hero. the youth and his accomplices are now on
trial.
"this was the straw that broke the camel's back. i have seen the
darkest days of this country -- military coups, economic crises and earthquakes.
not once did i think about leaving. but this is too much. i would emigrate if i
could," he said.
--- `reuters` ---
Biraz özen gösterin kardeşim. Kahvecinin ifadelerini 17 yaşındaki çocuğa nasıl maledersiniz. Basit bir çeviri hatası gibi geliyor size di mi? Fakat bu çeviri hatası nelere yol açabilir diye düşünün lütfen. Zaten ince düşünmediğimiz için çok acı çektik. Biliyorsunuz değil mi?

Ek 1: `Bir yazardan gelen mesajı aynen ekliyorum: (Teşekkür ederim)
"Günaydın. Ben yazacaktım ama aynı haber olduğu için belki eklemek istersiniz diye düşündüm. Dikkat ettiyseniz Sabah gazetesinde "Etyen" değil "Etyem" yazıyor. Haberi hazırladıktan sonra son bir kez okuma ihtiyacı bile hissetmemişler."

Ek 2: Bir Ermeni asıllı vatandaşımızın ve aynı zamanda sözlük yazarının mesajı üzerine birşeyler daha eklemek istiyorum. Yukarıda belirttiğim fikirler belki de benim dar Ermeni arkadaş çevremde hissettiklerim. Arkadaşın mesajını okurken, Hrant Dink olayının Ermeniler üzerinde, aynı 99 depreminin toplumumuz üzerinde yarattığı etkiye benzer bir etki yarattığını hissettim. Verdiği örnekler haklı. Zaten şu ifadesi gerçekten durumun ciddiyetini gösteriyor:
"misal ben az önce günün başlıklarında ermeni yazdığını ve yanındaki entrylerin
giderek artığını görünce korktum. hem okuyabileceklerimden hem de bir şey olmuş
olabileceği fikrinden.
"önemli olan hepimizi insanımız olarak kabul etmek ve tüm insanlarımızdan da `toplumun mayası`nı oluşturan hususlarda aynı hassasiyetleri beklemek.