görevini yerine getirmeyen kamu görevlileridir.
birinci derecede suçlu belediyedir.
ikinci derecede suçlu belediye anlayışıdır.
üçüncü derecede suçlu yönetim anlayışıdır.
şimdi temel felsefe şu: "'balık baştan kokar'".
ek açıklama: mevcut yönetim de dahil geçmişteki tüm yönetimler de suçludur.
evet, balık baştan kokar. bir yerde eğer kamu görevlileri 'insiyatif' kullanmaya başlamışlar ise o yerde kamu düzeni bozulur.
şimdi örneklerle destekleyelim.
- her sabah zeytinburnu'ndan minibüse binerek topkapı'ya gidiyorum. bu sevgili minibüs şoförleri bakırköy zeytinburnu arasında, 15 dakikada alınacak yolu ara duraklarda zaman geçirerek bir saate çıkartıyorlar. vatandaş tepki gösterdiğinde de kavga ediyorlar.
bu aralar sıkça bir olaya şahit olmaya başladım. minibüs şoförü, araç dolu iken, silivrikapı'daki otobüs durağına giriyor ve yolcu bekliyor. bir kere ayakta yolcu alması trafik suçu. ikincisi otobüs durağına girmesi trafik suçu.
yoldan geçen trafik polisleri kafalarını bile çevirmeden es geçiyorlar. ardından bazen yunuslar, motorsikletlerini durdurup, minibüs şoförünü ikaz ediyorlar. minibüs şoförü duraktan çıkınca da yollarına devam ediyorlar. işte ince nokta burası. eğer polis bir suçun işlendiğine şahit oluyorsa kanunun kendisine emrettiği görevi yapmak zorundadır. fakat bu noktada insiyatif kullanma hakkını kendisinde gören kamu görevlileri sebebiyle kamu düzeni bozulmaktadır.
- ikinci örnek sokakta yapılan düğünler. sokakta düğün yapılması bir gelenek olabilir ancak şehir gibi insanların daha sık ve iç içe yaşadıkları yerlerde yani kamu düzeni ile örf ve adetin kesiştiği noktada örf ve adet ikinci planda yer alır. yani kısacası sokakta düğün yapılması bir çok kişinin adeti olsa bile özellikle kentlerde sokakta düğün yapılamaz.
çünkü insanlar çevreye verilen gürültü kirliliğinden rahatsız olabilirler. (olurlar)
düşünün ki siz hemşiresiniz (bir yakınım) o gece 00:00 ile sabah 08:00 arasında mesainiz var. öğleden sonra saat 15:00 de yatmışsınız ve akşam 18:00 den itibaren sokağa konulan dev kolonlardan çıkan ses yüzünden uyuyamıyorsunuz. polis çağırıyorsunuz. polis gelip uyarıp gidiyor. -ki kanuni desibel'in üzerinde ses varken bile. (ama mesela nişantaşı'nda sokakta düğün yapamazsınız. oradaki vatandaşın sesini kamu görevlileri dinliyor. bizi zikleyen yok ya neyse)
- üçüncüsü kaçak işyerlerini denetlemeye gelen zabıtalar ile ilgili. yukarıdaki gibi detaylı bir örnek gösteremeyeceğim ama zeytinburnu'nda oturduğum ve ilkokuldan itibaren konfeksiyon, çay ocağı, matbaa ve oto tamirhanesinde çalıştığım için biliyorum zabıta abiler güzel abilerdir. işverenler de konukseverdirler.
dikkat edin. hayatınızda bu ve benzeri o kadar çok olaya şahit olmuşsunuzdur ki. daha önce de başka bir entryde ironi yaparak şuna vurgu yapmıştım. "ingiltere'deki futbolcular araba kulllanmayı bilmezler. politikacıları ve sanatçıları da araba kullanmayı bilmezler. ama yurdumda öyle mi? bir tanesi bile kaza yapmamıştır."
benim anlamadığım anlayamadığım şu: adama diyorsun ki "senin görevin şunu şunu yapmak, şunu yapanları tespit etmek" ama adam bu durumu görünce yapması gerekeni yapmıyor. bak çocuklarına yedirdiğin bir lokma var. o lokmayı halktan toplayıp sana veren devlet o görevi yapmanı emrediyor. ama sen yapmıyorsun. neden?
üç sebep var.
- birincisi "böyle gelmiş böyle gider" düzeni çalışanlar arasına yerleşmiştir.
- ikincisi 'negatif öğrenme'dir. dileyen örneği okuyabilir. (bkz: negatif öğrenme) enişteler bu anlayışın yerleşmesine sebep olmuşlardır. (bir ve iki aynı oldu gibi)
- üçüncüsü hümanist bazı kamu görevlilerimizdir. nedense bu insanlar vatandaşa yardım etmek için yapmadıklarını bırakmıyorlar. yahu kardeşim sen maaş aldığın kurumun çıkarını düşüneceksin. çünkü sağlıklı bir bünyede maaş aldığın kurum, kamu yararı için kurulmuştur ve o kurumun üzerinde tüm vatandaşların hakkı vardır. sen kim oluyorsun da diğer bütün vatandaşların haklarını insiyatifin çerçevesinde kullanabiliyorsun?
- dördüncüsü aflardır. sonunda af çıkacağını bilen vatandaş gevşek davranır. kamu görevlisi de sonunda af çıkacağını biliyorsa gevşek davranır.
- beşincisi (üç sebep var dedik ama beşe geldik) dördüncü madde ile alakalı yapılan popülist eylemlerdir. mesela bir yetkili bir kamu görevlisi diyor ki: "ssk primi ödenmeyen işçilere de tazminat ödenecektir." bunu duyan bir kısım işveren de içinden "ulan bir kaza olursa zaten devlet ödüyor. ben niye sigortalı yapayım işçimi?" diye düşünüyor. şimdi açıkçası aslında en önemli sebeplerden bir tanesi bu. çünkü kurallara uyan vatandaşı otomatikman cezalandırmış oluyorsunuz. mesela terör eylemleri sebebiyle vatandaşların arabaları yakıldığında bir yetkili kamu görevlisi: "insanların zararları devlet tarafından ödenecek" dedi. peki. bir karar varmak gerekiyor. şunu söylemek lazım. devlet vatandaşının başına gelen sansasyonel tüm zararları öder mi? yok. bunun garantisi yok. zaten bu sebeple batıda devlet insanları sigorta yaptırmaya teşvik ediyor.
bilinçli insanlar bu sebeple sigorta yaptırıyorlar ve başlarına bir felaket geldiğinde sigortacılar sigortalıların hasarlarını ödüyor. şimdi bir olay meydana geldiğinde devlet tüm zararı ödeyecek mi? hayır. aslında olayın sansasyonel olması ile alakalı. eğer oy alınabilecek bir durum söz konusu ise bu zararlar ödenir ama ya sadece sizin başınıza geldiyse ve sansayonel değilse? şimdi devletin bu konudaki tavrı açık değil.
ikincisi mesela sigorta yaptıran bilinçli insan hasarını sigorta şirketinden aldı. yaptırmayanınkini de devlet mi ödeyecek? o zaman bu adam neden sigorta yaptırıyor? (hem malı hem de işçisi için) popülist politikalar zararlıdır.
iş yoğunluğundan bölük pörçük olmuş bu entryde fikirler parça parça da olsa verilmiştir. gerisi okuyucunun onları kafasında birleştirmesine kalıyor.
birinci derecede suçlu belediyedir.
ikinci derecede suçlu belediye anlayışıdır.
üçüncü derecede suçlu yönetim anlayışıdır.
şimdi temel felsefe şu: "'balık baştan kokar'".
ek açıklama: mevcut yönetim de dahil geçmişteki tüm yönetimler de suçludur.
evet, balık baştan kokar. bir yerde eğer kamu görevlileri 'insiyatif' kullanmaya başlamışlar ise o yerde kamu düzeni bozulur.
şimdi örneklerle destekleyelim.
- her sabah zeytinburnu'ndan minibüse binerek topkapı'ya gidiyorum. bu sevgili minibüs şoförleri bakırköy zeytinburnu arasında, 15 dakikada alınacak yolu ara duraklarda zaman geçirerek bir saate çıkartıyorlar. vatandaş tepki gösterdiğinde de kavga ediyorlar.
bu aralar sıkça bir olaya şahit olmaya başladım. minibüs şoförü, araç dolu iken, silivrikapı'daki otobüs durağına giriyor ve yolcu bekliyor. bir kere ayakta yolcu alması trafik suçu. ikincisi otobüs durağına girmesi trafik suçu.
yoldan geçen trafik polisleri kafalarını bile çevirmeden es geçiyorlar. ardından bazen yunuslar, motorsikletlerini durdurup, minibüs şoförünü ikaz ediyorlar. minibüs şoförü duraktan çıkınca da yollarına devam ediyorlar. işte ince nokta burası. eğer polis bir suçun işlendiğine şahit oluyorsa kanunun kendisine emrettiği görevi yapmak zorundadır. fakat bu noktada insiyatif kullanma hakkını kendisinde gören kamu görevlileri sebebiyle kamu düzeni bozulmaktadır.
- ikinci örnek sokakta yapılan düğünler. sokakta düğün yapılması bir gelenek olabilir ancak şehir gibi insanların daha sık ve iç içe yaşadıkları yerlerde yani kamu düzeni ile örf ve adetin kesiştiği noktada örf ve adet ikinci planda yer alır. yani kısacası sokakta düğün yapılması bir çok kişinin adeti olsa bile özellikle kentlerde sokakta düğün yapılamaz.
çünkü insanlar çevreye verilen gürültü kirliliğinden rahatsız olabilirler. (olurlar)
düşünün ki siz hemşiresiniz (bir yakınım) o gece 00:00 ile sabah 08:00 arasında mesainiz var. öğleden sonra saat 15:00 de yatmışsınız ve akşam 18:00 den itibaren sokağa konulan dev kolonlardan çıkan ses yüzünden uyuyamıyorsunuz. polis çağırıyorsunuz. polis gelip uyarıp gidiyor. -ki kanuni desibel'in üzerinde ses varken bile. (ama mesela nişantaşı'nda sokakta düğün yapamazsınız. oradaki vatandaşın sesini kamu görevlileri dinliyor. bizi zikleyen yok ya neyse)
- üçüncüsü kaçak işyerlerini denetlemeye gelen zabıtalar ile ilgili. yukarıdaki gibi detaylı bir örnek gösteremeyeceğim ama zeytinburnu'nda oturduğum ve ilkokuldan itibaren konfeksiyon, çay ocağı, matbaa ve oto tamirhanesinde çalıştığım için biliyorum zabıta abiler güzel abilerdir. işverenler de konukseverdirler.
dikkat edin. hayatınızda bu ve benzeri o kadar çok olaya şahit olmuşsunuzdur ki. daha önce de başka bir entryde ironi yaparak şuna vurgu yapmıştım. "ingiltere'deki futbolcular araba kulllanmayı bilmezler. politikacıları ve sanatçıları da araba kullanmayı bilmezler. ama yurdumda öyle mi? bir tanesi bile kaza yapmamıştır."
benim anlamadığım anlayamadığım şu: adama diyorsun ki "senin görevin şunu şunu yapmak, şunu yapanları tespit etmek" ama adam bu durumu görünce yapması gerekeni yapmıyor. bak çocuklarına yedirdiğin bir lokma var. o lokmayı halktan toplayıp sana veren devlet o görevi yapmanı emrediyor. ama sen yapmıyorsun. neden?
üç sebep var.
- birincisi "böyle gelmiş böyle gider" düzeni çalışanlar arasına yerleşmiştir.
- ikincisi 'negatif öğrenme'dir. dileyen örneği okuyabilir. (bkz: negatif öğrenme) enişteler bu anlayışın yerleşmesine sebep olmuşlardır. (bir ve iki aynı oldu gibi)
- üçüncüsü hümanist bazı kamu görevlilerimizdir. nedense bu insanlar vatandaşa yardım etmek için yapmadıklarını bırakmıyorlar. yahu kardeşim sen maaş aldığın kurumun çıkarını düşüneceksin. çünkü sağlıklı bir bünyede maaş aldığın kurum, kamu yararı için kurulmuştur ve o kurumun üzerinde tüm vatandaşların hakkı vardır. sen kim oluyorsun da diğer bütün vatandaşların haklarını insiyatifin çerçevesinde kullanabiliyorsun?
- dördüncüsü aflardır. sonunda af çıkacağını bilen vatandaş gevşek davranır. kamu görevlisi de sonunda af çıkacağını biliyorsa gevşek davranır.
- beşincisi (üç sebep var dedik ama beşe geldik) dördüncü madde ile alakalı yapılan popülist eylemlerdir. mesela bir yetkili bir kamu görevlisi diyor ki: "ssk primi ödenmeyen işçilere de tazminat ödenecektir." bunu duyan bir kısım işveren de içinden "ulan bir kaza olursa zaten devlet ödüyor. ben niye sigortalı yapayım işçimi?" diye düşünüyor. şimdi açıkçası aslında en önemli sebeplerden bir tanesi bu. çünkü kurallara uyan vatandaşı otomatikman cezalandırmış oluyorsunuz. mesela terör eylemleri sebebiyle vatandaşların arabaları yakıldığında bir yetkili kamu görevlisi: "insanların zararları devlet tarafından ödenecek" dedi. peki. bir karar varmak gerekiyor. şunu söylemek lazım. devlet vatandaşının başına gelen sansasyonel tüm zararları öder mi? yok. bunun garantisi yok. zaten bu sebeple batıda devlet insanları sigorta yaptırmaya teşvik ediyor.
bilinçli insanlar bu sebeple sigorta yaptırıyorlar ve başlarına bir felaket geldiğinde sigortacılar sigortalıların hasarlarını ödüyor. şimdi bir olay meydana geldiğinde devlet tüm zararı ödeyecek mi? hayır. aslında olayın sansasyonel olması ile alakalı. eğer oy alınabilecek bir durum söz konusu ise bu zararlar ödenir ama ya sadece sizin başınıza geldiyse ve sansayonel değilse? şimdi devletin bu konudaki tavrı açık değil.
ikincisi mesela sigorta yaptıran bilinçli insan hasarını sigorta şirketinden aldı. yaptırmayanınkini de devlet mi ödeyecek? o zaman bu adam neden sigorta yaptırıyor? (hem malı hem de işçisi için) popülist politikalar zararlıdır.
iş yoğunluğundan bölük pörçük olmuş bu entryde fikirler parça parça da olsa verilmiştir. gerisi okuyucunun onları kafasında birleştirmesine kalıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder