Toplu Taşıma

Bu sabah çektiğim fotoğraf sabahları özellikle istanbul'da yaşayan vatandaşlarımızın toplu taşımada ne tür işkenceler çektiklerini ifade etmektedir.
Benim bu binemediğim 3. dolu otobüstü.
4. otobüste çok afedersiniz dötüm sığacak kadar yer vardı da işe gidebildim. (Resmi daha büyük boyutta görmek için üzerine tıklayın)

Efendiler,

Yöneticilik öyle insanlara bas bas "Toplu taşıma araçlarına binin. Trafiği azaltın..." şeklinde söylemlerde bulunmakla olmuyor.. Mevcut durum dikkate alındığında, insanların özel araçları ile trafiğe çıkmaları akıllıca çünkü toplu taşıma araçlarında yer yok! tekrar yazıyorum. "Toplu taşıma araçlarında yer yok!"

Bir kaç sorum olacak:
- İnsanlar o toplu taşıma araçlarında ne işkenceler çekiyor biliyor musunuz?
- Ne idüğünü bir türlü anlayamadığım şerefsiz haysiyetsizler tarafından bayanlara bulunulan cinsel tacizden haberiniz var mı? (Erkeklere bile cinsel tacizde bulunuluyor)
- Sizin hiç mi bir bayan yakınınız yok otobüse binen?
- Otobüsle okula giden liseli bir kızınız da mı yok? ya da eşiniz hiç binmez mi otobüse?
- Akrabalarınızdan hiç cüzdanını ya da cep telefonunu çaldıran olmadı mı?
- Siz hiç takım elbisenizin içinde, pis ter kokuları soluyarak, tek elinizle zorla bir yerlere tutunarak, etrafınızdaki insanlığın vücut sıcaklığını özümseyerek, arka kapıdan binenlerin uzattıkları akbili ön kapıya doğru ilettiniz mi?
- Arada yere düşen akbili almaya çalıştınız mı? Ani frenlerde bir abinin bıyıklarını ağzınızda hissettiniz mi?
- Ya da eşinizle birlikte turist kılığına girip, "Lan bu gavurların hiç kıskanması yok ha, yanında karıyı götürüyom bana mısın demiyo" diye düşünen tiplerin olduğu bir tramvay vagonuna binmeyi denediniz mi?

Örnekleri çoğaltayım mı? Ne gerek var? Siz bir gün sabah işe toplu taşıma araçları ile gidin, akşam da geri dönün. İnsanların neler yaşadıklarını anlayacaksınız.

Sivas

Burası sivas gülüm,
Günü gününden kara.
Bir sana hasretim,
Bir de gelmeyen bahara.
mısralarını ezbere bildiğimiz,
"Soğuğa sormuşlar: 'nerelisin?' diye,
Erzurum'luyum ama Sivas'ta oturuyorum."
sözlerini ilk duyduğumuzda şaşırdığımız ama dilimiz demire ya da ayakkabılarımız kuru asfalta yapıştığı eksi otuz'u görüp "hakkatmış la" dediğimiz,

İlk minibüse bindiğimizde, para üstü veren minibüs şoförünün yürekten söylenen "al gardaş" sözünü duyunca şaşırıp, okul bitip dönerken gardaşlara sarılıp ağladığımız,

İlk yıl 'anadolu gören masum istanbullu' olarak çarşısında gezip kahvaltı yapmak için saatlerce börekçi arayıp bulamadığımızda "aa ne kadar küçük bu şehir" diye dalga geçtiğimiz ama son yıl "ben istanbul'a dönmem arkadaş" dediğimiz,

Soluk benzimize kıpkırmızı yanaklar veren, etli ekmeğinin, gevrek simidinin burnumuzda tüttüğü,

Arkadaşımızı aradığımızda annesinin "çarşıya çıktı" demesini müteakip, zaten çarşıya inersen, çarşıdaki arkadaşınla mutlaka karşılaşacağın için lafı uzatmayıp telefonu kapattığımız,

2000 yılına kadar bir tek sineması olduğu ve haftada sadece bir film geldiği için cümbür cemaat herkesin aynı filmi izlediği ve bir hafta aynı filmi konuştuğu,

İlk anda gardaşlık, üniversite, açlık, pejmurdelik, siyaset, etli ekmek, çifte minare, çerkez'in kahve, mis kebap, kümbet, terminal, terminalden sigara almaya gitmek, istasyon caddesi, hakan pastanesi, bosna hersek parkı, köy, tarla, patos, kör kösnü, traktör, kızılırmak, tödürge gölü, zara, hafik, bal, et, süt, avuz ile ilgili karelerin film şeridi gibi gözümün önünden aktığı ve ömrümün en güzel 4 yılını geçirdiğim, nasipse ileride de miyadımı doldurmaya heves ettiğim öz hakiki yiğido şehridir.

Ermeni Soykırımı


Bizim Köy
1900 yılına kadar savaşlarda yapılanlar soykırım olarak adlandırılmaz iken 1900 yılından sonra savaş esnasında yapılanlar soykırım olarak adlandırılmaya başlamıştır. yoksa roma, mısır, hülagü han, cengiz han, britanya, fransa ... soykırım yapmamış mıdır? dünyadaki tüm devletlerin bu konuda elleri kirlidir. tarihi incelediğinizde 1900 yılına kadar sürekli şu ifadeyi okursunuz "hepsini kılıçtan geçirdiler". Voyvoda'nın hikayesini de incelemekte fayda vardır. bir ara araştırmak gerekir. neden bu adama "kazıklı" lakabının takıldığını. geçelim...

osmanlı son döneminde, ayrılıkçı faaliyetlerde ve eylemlerde bulunan ermenileri haklı olarak tehcire (zorunlu yer değiştirme) zorlamıştır. bunu osmanlı değil dünyadaki tüm devletler yapmıştır. ayrılıkçı unsurlar ya sınırdışı edilir ya da yoğunlukları azaltılmak için farklı bölgelere tehcir ettirilir. bu tehcir eylemleri de durduk yere yapılmamıştır. hadi hurra ermeni vatandaşları burdan alıp şuraya taşıyalım da denilmemiştir. toplum düzeninin bozulması ve terörist eylemler sonucu böyle bir karar alınmıştır. Osman Pamukoğlu''nun bir röportajını izlerken şu tespitine hak verdim:

- "doğuda patlayan mayınları biliyorsunuz. hiç bir traktöre ya da yöre halkından bir aracın pusuya düştüğünü gördünüz mü? hep de uzaktan kumanda ile askeri araçlara yapılır bu eylemler. bunun menzili de taş çatlasın 100 metredir. yani bunu yapan kişi yerel halktan destek almaktadır. yerel halkı yanınıza alamadığınız sürece de terörü bitiremezsiniz."

osmanlının son döneminde doğuda ayrılıkçı terör vardır. bölücü eylemleri yapanlar eylemden sonra köylerinde 'masum köylü' şekline dönüşerek yakalanamamakta ve ayrılıkçılar yakalanamamaktadır. bu durumda devletin tehcir kararı alması kaçınılmazdır. zira "bağımsızlık" umudu ermeni asıllı vatandaşları sarmıştır ve devlet o sırada birinci dünya savaşındadır. yerel halkı yanınıza alma imkanınız kalmamışsa ya soykırım yaparsınız ya da göç ettirirsiniz. başka seçeneğiniz yoktur.
osmanlı, göç ettirme seçeneğini seçmiştir. bu göç sırasında ölümler yaşanmıştır çünkü insanları topraklarından alıp başka bir yere götürmek zordur. direniş yaşanmıştır ve direnişler sırasındaki çatışmalarda ölümler gerçekleşmiştir.
soykırım yoktur. zorunlu göç vardır. bunun da gerekçeleri yukarıda özetlenmiştir. geçelim...

hiç bir gerekçe soykırımı haklı hale getiremez.
mantık olarak soykırımı kabul ettirmek isteyenin soykırıma karşı olması gerekir.
"siz bize soykırım yaptınız biz de size yapabiliriz" düşüncesi mantıkla bağdaşmaz.
soykırıma karşı olan dünyanın her yerindeki soykırıma karşı olur.

müşkinaz ehmdeova'nın hikayesini okuyalım. (farklı kaynaklardan alıntı yaptım)

25 -26 sına keçen gece fevral 1992-ci : 'hocalı faciesi'
her terefden ermeni faşistleri hocalı'yı muhasaraya almışdılar. 26 fevral (şubat) 1992-ci ilde heyat yoldaşım (eşim) polis serjantı yelmar naib oğlu döyüşde şehid oldu. 17 nefer (kişiden oluşan) aile üzvlerimden (üyelerinden) bazıları şehid bazıları itkin (kayıp) düşdü. men balaca (ufacık) salatın'ı (18 aylıq körpe idi) küreyime (sırtıma) bağlayıb meşeye (ormana) kaçdım. meşede dörd gün ac-susuz, kar'ın içinde yol getmeye başladıq. biz qarqar çayını keçerken ayaqlarımız islandı, ayaqqabılarımızı ise su apardı (götürdü). daha sonra bizim kimi, ermeni basqınından qaçan hocalılarla birleşdik. meşede (ormanda) ermeniler bize aman vermirdiler. her tarafdan gülle, partlayış ve insan feryadlarının sesleri eşidilirdi. salatın sengimek (dinmek, durmak) bilmeyen partlayış seslerinden diksinerek ağlamağa başladı. ermeniler çok yakında idiler. sesi eşidib bizi esir ede bilerdiler. yanımızda iki yüze yahın hocalı sakini var idi. hamısı (hepsi) vahime (kaygı) içinde yüzüme bahırdı. her şey gün kimi aydın idi. ya salatın'ın sesini kesmeli idim ya da , hamımızı (hepimizi) öldürecekdiler. salatın'ın ağzına ne qeder kar , buz verdimse uşah (çocuk) sesini kesmedi. 200 nefer adamın hayatı menden asılı idi (bana bağlı idi). başka çarem galmadı... mecbur olub 200 neferi hilas etmek (kurtarmak) üçün öz balamı boğub öldürdüm. amma meyitini (ölüsünü) atmadım daha doğrusu ata bilmedim. meşede yol gederken uşağın ayaqları açılarken onu üstünü örtürdüm. daha sonra içimden güclü yanğı hissi duydum (içim yanıyordu). ne kadar kar yedimse yanğım yatmadı (hararetim sönmedi). aydın adlı yaşlı bir neferden (kişiden) meni güllelemesini hahiş etdim (kurşunlamasını rica ettim). çünki artık yol gede bilmirdim. aydın dayı mene : "kızım , balam bu hadiseden sonra men balamı öldürerem amma seni yoh" dedi.

özetle: osmanlı devleti ermeni vatandaşları üzerinde bir soykırım uygulamamıştır. bölücü terör eylemlerinin artması üzerine ve bu kişilerin köylerde saklanması ve köylüleri yanına alamaması sebebiyle yoğunluklarını azaltmak amacıyla göç ettirmiştir. bu iddianın en büyük destekçisi ermeni diasporasının (yurt dışındaki ermeniler) diri kalma, birlikte olma ve yaşama sebebi 'türk düşmanlığı ve sözde soykırım iddiaları'dır. ermeni diasporasının sesinin bu kadar gür çıkmasının sebebi de dünya siyasetine yön veren ülkelerin çıkarıdır. türkiye cumhuriyeti güçlü olduğu zaman bu sesler kısılır. daha doğrusu seslerin çıkmasına izin verilmez. olay gene bizde bitiyor.

Osmanlı'nın Çöküşü

Herkesin Osmanlı Tarihi ile ilgili bildiği ya da duyduğu "Kanuni Sultan Süleyman ile en yüksek sınırlarına ve seviyesine ulaşıp, duraklama ve çöküşe geçmesi" görüşüne sonuna kadar katılmakla birlikte bir noktaya temas etmek istiyorum.
Belki yazacaklarım misojinist bir ağızdan yazılıyor olarak algılanabilir fakat bu tespitimde 'kadın düşmanı' olduğum düşünülmesin.

Kanuni Sultan Süleyman'a kadar Osmanlı şehzadeleri, anadolu'da, başlarındaki lalalar ile büyütülürdü. Şehzadeler anadolu şehirlerinden birinde yöneticilik görevi yaparlardı. Kanuni'den itibaren şehzadeler sarayda yetiştirilmeye ve yaşamaya başladılar.

Burası çok önemli. gözlerinizi kapatın ve şunu düşünün: herşeyi aynı iki öğrenciyi ele alalım. Ailesinin yanında üniversite okuyan bir öğrenci ile ailesinden çok uzakta tek başına okuyan bir öğrencinin hayat deneyimi aynı olabilir mi? sanırım bu soruya vereceğiniz cevap şehzadelerin sarayda yetiştirilmesi ile ilgili bir fikir verecektir.

Devam edelim. Sarayda yetiştirilen şehzadeler harem içinde, kadınların etki alanı içinde yaşıyorlardı. Haremi cinsellik olarak düşünmeyin. Padişahın her karısı kendi çocuklarını saltanata hazırlıyor ve boğdurulmasından endişe ettiği için korku içinde büyütüyordu. Çünkü çocuğunun ölmesini istememesi baş etken olmakla birlikte aynı şekilde çocuğu ona bir statü veriyordu.

Burası daha da önemli. Gözlerinizi kapatın ve tekrar düşünün: Gene aynı iki öğrenciyi alalım. Bir tanesi annesinin dizinin dibinde, müthiş ilgi ile büyütülüyor ve dolayısıyla çevresinde kadın çok olan her erkeğin yaptığı gibi kadınsı huylar (yönetici olan her kadının sahip olduğu) kapıyor. Diğer erkek annesinden uzakta erkek arkadaşları ile yaşama savaşı veriyor. Okuldaki notları boşverin. Hangisi daha bir erkek olur? Hangisi daha çok hayatı bilir? Hangisi iyi bir koca olur? Hangisi iyi bir yönetici olur?

Erkeği, eğer yönetici olacaksa, belli bir yaştan sonra evinden uzaklaştırıp erkekler içinde büyütmek gerekir. Bu devlet yönetiminde bin yıllık eski bir gelenektir.

Ehliyet

Ağustos 2007 itibariyle almak için katlanılan maliyet:

- 250 YTL Kurs (en ucuzu)
- 40 ytl sağlık raporu
- 20 ytl fotoğraf (11 tane- 8 kurs + 3 sağlık raporu için)
- 5 ytl kitap
- 3 ytl muhtara (ikametgah senedi)
- 3 ytl adliyeye (sabıka kaydı)
- 30 ytl yazılı sınav harcı
- 30 ytl direksiyon sınavı harcı
- 13 ytl notere diploma örneği için (aslı veremezsin ya)
- 220 ytl sürücü belgesi için emniyete ödenen
---
614 ytl toplam harcanan

Tespitler ve Yorumlar:

- Gözlerim 1 derece miyop, 0,25 astigmat ama gözlüksüz bir şekilde muayeneye gittim ve tek bir doktor bir odada yaklaşık 3 dakikada muayene etti ve sanırım heyet raporu aldım.
- Kursta hiçbir derse katılmadım. Sadece kitabı iki gün okudum. Yazılı sınavlardan 97-93-96 aldım. Ultrasonic zeki değilim fakat sanırım o sınavdan kalmak için. Neyse ukalalığı uzatmayayım. Sınavdan kalan vardır belki ayıp olmasın.
- Direksiyon dersleri toplam 8 saatti. Sadece 1 saat katıldım. O da sınav yapılacak yer olan sütlüceye götürdü hoca. Sınavın yapıldığı yolda araç kullandım. Sınavda hesapta kalabalık(!) sebebiyle sadece 100 metre araba kullandım. Elli metre düz gittim ikinci viteste. U dönüşü yaptım ve elli metre de diğer yönden geldim. Bu arada aracın üzerinde sürücü kursu aracı yazmasına rağmen sol şeritte -çok afedersiniz- dötümün dibine kadar girip yol ver diye havalı kornasını çalan kamyoncu şerepsisine de burdan selam gönderiyorum. Neyse sınavdan 100 almışım. Tek yaptığım, ehliyet sınavına giren herkese verilen akılları dinledim ve uyguladım. İşte binince aynaları koltuğu ayarla. Geri giderken kolunu at v.s. geyikleri işte. Rolümü oynadım.

Bu yazıyı yazmamın sebebi olan diyalog:
- Lan bir sürü para gitti ehliyet için.
- "Abi herkes ehliyet almasın" diye yükseltiyorlar maliyetini.
- Yahu ne alakası var? Afedersin devlet ve özel sektörün tüm kurumları, ehliyet alacağım dediğim için ırzıma geçti. Bunun 'millet az alsın' ile ne alakası var? Millet az alsın istiyorsan:
  • Sağlık muayenesini daha sıkı yaparsın. Arada anatomik olarak müsait olmayanlara vermezsin. Mesela psikolojik olarak sağlam bir muayeneye sokarsın. (Eskiden muayenede doktor küfür ederdi. Sinirlenip sinirlenmediğini ölçmek için) Sinir hastaları manyaklara ehliyet vermezsin. Onlar da trafikte tartıştıklarını öldürüp boğaza atmazlar.)
  • Sınavları zorlaştırırsın. Trafik hakkında bilgisi olmayanlara ehliyet vermezsin.
  • Direksiyon sınavlarını kişi başı 2 dakika değil 15 dakika yaparsın. Tüm sınav 1 saatte bitmez de 4-5 saat sürer. Böylece hem uygun olmayanları daha iyi tespit edersin hem de her öğrenciden aldığın 30 ytl nin karşılığını verirsin. Yokuşta arabayı kaydırıyor muyum? Bunu sınav yapan kamu görevlileri bilmiyor. Açıkçası ben de bilmiyorum. Trafiğe çıkıp öğreneceğiz. Artık trafiğe ve araba kullanmayı kendi kendime öğreneceğim. Hem de trafikte!
  • Muhtarlık, savcılık, özel hastahane, noter, milli eğitim öptü beni. Kursa bir şey demiyorum. Gerçi ben gitmedim ama verdiğim paranın karşılığı olarak 1 ay ders vardı kursta. Ayrıca direksiyon dersleri de dahildi. Ama diğerlerine niye para verdim hala anlayabilmiş değilim.
  • Son olarak zurnanın zırt dediği yer. Bir kaç gün sonra 220 ytl emniyete ödeyerek ehliyetimi alacağım. Ben 250 ytl vereceğim onlar da bana bir plastik kart verecekler!
Kanunlar burada yazımı bitirmemi emrediyor. Yoksa buraya yazacaklarım ... Neyse anlayan anladı.

Şimdi kursu tamamlayıp sertifikayı aldıktan sonra yaşananları aktaralım:

Tarih: Eylül 2007
Yer: Fatih Trafik Tescil Şube Müdürlüğü

-- Adres --
Vatan Caddesi'nde Aksaray'dan yukarı doğru gidilir. Emniyet amirliği geçildikten sonra sağda Fatih Kaymakamlığı ve Adliyesi yer alan kahverengi bir bina vardır. Binaya girerken kapıdaki görevli memura soru sormayın. Çok meşgul olduğu için bazen şakacıktan sinirlenebiliyor. Siz binaya girer girmez sağdaki 10 basamaktan yukarı çıkın ve sol tarafta kalan Trafik Tescil Şube Müdürlüğü koridoruna girin. Uzun koridorun sonunda sağ tarafta işlem yapılıyor. Tam karşıdaki oda da veznenin bulunduğu yer.

-- Numara Alma --
Sabah en geç saat 07:00 de orada bulunun en dış kapıdaki polis memuruna isminizi yazdırmanız gerekir. 06:30 ile 07:10 arasında gelenler ilk 10 numarayı alabilirler. İlk 10'a girmek önemli çünkü saat 08:00 de açılan şube saat 10:00 da ilk 10 kişinin işlemini bitirebiliyor. Görevli memura "burada nerede pastahane var" gibi saçma sapan sorular sormayın. Numaranızı aldıktan sonra yürümeye başlayın, illaki bir pastahaneye rastlarsınız. "Koskoca İstanbul'da pastahane mi sorulur? !!!"

-- Vezneye Para Ödeme --
Saat 08:30 da şubenin tam karşısında olun ve hemen karşı odadaki vezneye 177,50 YTL yatırın. Bu parayı neden ödediğimi sordum ama tatmin edici bir cevap alamadım. Verilen makbuz üzerinde de neden ödendiği yazmıyor. Ama bu parayı ödemeden de ehliyet alamıyorsunuz. Sanırım bir tür bağış (!). Veznedeki amcaya dikkat edin ve eğer 180,00 YTL verdiyseniz para üstü olan 2,50 YTL yi mutlaka isteyin. Çünkü amca unutabiliyor (!)
Vezne odasından çıkmayın ve veznenin hemen yanındaki masadan 3 YTL vererek başvuru formu ve iki adet zarf alın. Eğer 5,00 YTL verdiyseniz para üstü olan 2,00 YTL yi mutlaka isteyin. Çünkü arkadaş unutabiliyor (!)

-- Form Doldurma ve Evrak İşlemleri --
Aşağıdaki işlemleri yapmazsanız sıra size geldiğinde sıradan çıkıp yandaki masada bu işleri yapmak zorunda kalırsınız ve tekrar döndüğünüzde sıranızı kaybedebilirsiniz.
  • Nüfus cüzdanınızın iki adet fotokopisini hazır tutun ve fotokopileri mutlaka a4 kağıdının yarısı boyunda kesin. Tam a4 kağıdı olursa yarıya kadar küçültmenizi istiyorlar.
  • Fotoğrafınızı formdaki yere sığacak kadar kesin ve forma zımbalayın. Masada zımba var. Teli biterse sırayı yararak içerideki memurdan isteyin. Bir taneden fazla tel almayın fırça yiyebilirsiniz.
-- Son İşlemler --
Memura güleryüzlü davranın. O sağ yanağınıza sinirlense siz sol yanağınızı gösterin. Eksik doldurduğunuz yerleri sıradan çıkmadan hemen yanında doldurun.
Eğer muayenede gözlüklü iseniz gözlüklü gidin. Gözlüklü değilseniz de gözlüksüz gidin. Ne yazıyorsa öyle olun, adam olun (!) Memura kart bedeli olarak 32,00 YTL para verin. Bozuk verin. Sonra çıkıp paşa paşa işinize gidin.

Türk Siyaseti

22 temmuz 2007 Genel Seçimleri öncesi:

AKP lideri: Ey Antalyalılar, Baykal Antalyalı ama Antalya'ya ne yaptı? Hiç bir şey (!)
CHP lideri: AKP'ye verilen oylar PKK'ya gider, ayrıca yeşilkartı kaldırıp kimlikle herkese sağlık hizmeti vereceğiz (!!)
Diğerleri: x bilmem kaç lira olacak (!!!)
Halk: Hangisine versek (!!!)
Bunun adı: Siyaset (!!!)
Ben: Keşke 80 ya da 600 ya da 1400 sene önce dünyaya gelseydim!

Bir de siyasetçilerin kim olduklarını anlamak için şunu okumak lazım: Kontrgerilla

Cumhuriyet Halk Partisi

Türkiye siyasetinde başarısız partidir.
Bu başarısızlığı ile ilgili bir kaç tespit.
- En büyük rakibi Ak Parti özellikle belediyeler ve teşkilat yapısı sayesinde sürekli halk ile temas halindedir fakat Cumhuriyet Halk Partisi bunu becerememektedir.
- Yetkililerindeki "kendi ve insanlar ile barışık olmayan karakter yapısı" özellikle Parti için çalışmak isteyen insanları parti dışında bırakmaktadır. Bunda Sayın Baykal'ın parti yönetimindeki statükocu yapısının da etkili olduğunu düşünmekteyim. Zira her sivrilen kişi potansiyel tehlike olarak görüldüğü için oyunun dışında tutulmaktadır.
- Gençlere açık olmayan partidir. Ak Parti kendisine başvurup görev almak isteyen kişilere çok yoğun ilgi gösterirken Cumhuriyet Halk Partisi yetkilileri ile görüşmek için deveye hendek atlatmak gerekir.

Kısaca "halk partisi" olan ama halka sırtını dönmüş partidir.

"Halkı kazanan savaşı kazanır."
Mao

Eğitime Katkı Payı

üniversite yıllarımda (doksanların sonu) adını sıkça duyduğum ama farklı vergiler ödemekten folloş olmam sebebiyle hayal meyal hatırladığım, eğitime katkı adı altında bir takım işlemler üzerinden devlete bir gelir yaratan kesinti/gelir kalemi idi.
en sivri hatırladığım noktası ise; 8 milyon tl olan başbakanlık bursumu almaya gittiğimde, 6 milyon tl ödenmesinin sebebi olan, 2 milyon tl eğitime katkı payı kesintisi olmuştu. insan ister istemez düşünüyor, hadi eğitime katkı payı aldın da, eğitim gören öğrencinin bursundan da eğitime katkı payı olur mu sayın ilgili dönemin yöneticileri?

Minibüs Şoförleri

An itibariyle;
- Yaklaşık 15 dakikalık yolu her köşebaşında bekleyerek 45 dakikaya çıkartmış,
- Hemen arkasında oturan kızı, bakışlarıyla sürekli aynadan taciz eden,
- Gaz-fren geçişlerini oldukça agresif yaptığı için kendimi lunaparktaki eğlence treninde sanmama yol açan,
- Debriyaj kullanmadan vites değiştiren,
- Sağ şeritte giden bir bayan şoförle hız yarışına girip onu ileride parketmiş kamyona çarpması için sıkıştıran,
- Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinden çıkıp karşı kaldırıma geçmeye çalışan zihinsel özürlü bir vatandaşımıza (deli diye) camı açıp tüküren,

Bir "kötü" örneğe sahip meslek grubudur. Benzer davranışların bazılarını daha önce defalarca yaşadım fakat bu arkadaş hepsini bir arada gerçekleştirmeyi başaran ender hıyarlardan biriydi. Yuh yahu. El edeb!

Ekonomiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii

son dönemde, yasama erkine sahip meclisin sürekli siyasi ve politik meseleler ile ilgilenmesi sebebiyle, ekonomiyi düzenleyecek, denetleyecek ihtiyaç duyulan düzenlemeleri yapmayan meclise sahip ülkem.
13 yıldır beklenen sigortacılık yasası 13 dakikada çıkıyor (tartışılmadan, derinlemesine görüşülmeden) fakat siyasi olaylar aylardır tartışılıyor.

hani ekonomik bir düzenlemeyi şöyle bir ay tartışsalar dişimi kıracağım.
ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi

Solda Birlik

ve sol'un yıllardır birleşmeye çalıştığı fakat ne sağ'ı ne sol'u ne ortası ne kenarı belli olan canım ülkem.

partileri soldan sağa saymanın imkanı yoktur.
bu imkan olmayınca da orta noktayı bulmanın imkanı yoktur.
şimdi kim sağda, kim solda, kim ortada, kim marjinal?
sol kimi temsil ediyor, sağ kimi?
sağ muhafazakar mı? muhafazakar ise avrupa birliği ile ne işi var?
milliyetçi partiler sağ da mı? sağda ise avrupa birliği ile ne işi var?
radikal islamcı partiler sağ da mı? sağda ise irtica-i faaliyetlerle ne işleri var?
ılımlı islam diye dışarıdan isimlendirilen partiler sağ da mı? sağ nerede?
chp solda ise niye sağ partiler gibi çalışıyor,
liberal parti niye iş dünyasından destek bulamıyor?
sol kim? kim solda? soldakiler ne kadar sağda gibi? ne kadar solda gibi?
işçi partisi en solda ama parti başkanı isviçre'de milliyetçi söylemlerle kendini tutuklanıyor.

solda olsun, ortada olsun, sağda olsun tüm partiler iktidara gelince aynı şeyleri yapıyorlar... aynı soygun, aynı kadrolaşma, aynı yolsuzluklar aynı aynılar...

biz iş dünyasında yıllardır kanun bekliyoruz. biz düzenleme bekliyoruz.

en sonunda tüm partilerle millet bir "birleşicek" ne sağ kalacak ne sol...

Giyim

Modern Giyim Tarzı

Öncelikle "modern" olarak adlandırılan giyim tarzının emperyalist ülkelerin üretim ve pazar arayışlarında dayattıkları giyim tarzı olarak görüyorum. zira tek tip ürünler tek bir yerde üretilip dünyanın her yerine satılabilir. bu da ford üretim tarzı ile seri üretim yaparak global pazarlarda satış anlamına gelmektedir.

japonya'daki bir genç kız bir mağazaya girip "amerikan kotlarından istiyorum" diyebiliyor. tabi ki bu bir tercih meselesidir ama üzerinde düşünülmesi gereken ciddi bir örnektir.

sokağa çıktığınızda karşılaştığım manzara ise bana göre çok vahim. tek tip erkekler ve tek tip bayanlar. örneğin yaz aylarında erkeklerin neredeyse % 90'ı aynı tip yarım kol t-shirt giyiyor. kızlarımız ise neredeyse aynı tip pantalon ve body giyiyor.

iş yerinde 'modern dünyanın tercihi' takım elbise giyiyoruz. evet şu yazı yazılırken sıcaklık bilmem kaç derece. ben boğazı hem ikiye katlanmış hem de düz dursun diye içi kartonlu bir gömlek giyiyorum. üzerine de kalın bir bez (kravat) bağlamışım. arada da kalınca bir ceket giyip birileri ile görüşüyorum. bunlara ne hacet. bu mu modernlik?

Kültürümüze Ait Kıyafetler

Ben anadolu insanıyım. şahsen tek tip batı tarzı kıyafetlerden çok özellikle daha çok anadolu motifleri bulunan kıyafetleri tercih ediyorum. fakat iş yerinde tek tip takım elbise giymek ve işyeri dışında klişe elbiseler giymekten (hatta bulamamaktan ve de toplum tarafından hor görülmekten dolayı) kendi tarzım elbiseler giyemiyorum.
bir örnek vereyim. sıla-i rahim'i görmek için memleketime gittiğimde katıldığım düğünlerde yöreme özgü kıyafetler giyiyorum ve kendime yakıştırıyorum.
neden bu tarz giysileri giymem özellikle büyük şehirlerde yadırganıyor?
ya da neden bu tarz giyim modacılar tarafından geliştirilerek bize özgü ve sıklıkla halkın kullandığı elbiseler haline getirilmiyor?
o kadar güzel motiflerimiz var ki. hele ki kızlarımız için o kadar güzel desenlerimiz motiflerimiz var ki. inanıyorum ki iyi modacıların elinde çok daha güzel hale getirilebilir. son olarak Cem Yılmaz'ın konuya parmak attığı gibi "dar elbiseler bizim anatomimize uygun değil, tayt ne lan")

Siyasi Kaygılar

ülkemizin bir gerçeği vardır ki o da siyasi kaygılar yüzünden giyim konusunda sınırlamalar getirilmektedir. giyimin siyasi olarak kullanılması sebebiyle tek tip batı tarzı giyim dışındaki giyim desteklenmiyor. kötüleniyor. en çok ikileme düştüğüm konulardan biri de bu. bunada bir orta yol bulunabilir zannımca.

Çözüm Önerisi

hükumete düşen görev, giyimin siyasi olarak kullanılmamasını sağlayacak düzenlemeleri yapması, mevcut olanları tekrar gözden geçirmesi ve kendi kültürümüze özgü giyimi desteklemesi.
modacılara düzen görev kendi motiflerimizi, gömleklerimizi kullanması ve geliştirmesi.
bize düşen görev de kültürümüze sahip çıkmamız.

Son Söz

aslında bu yazdıklarımın hiç birinin olmayacağını biliyorum.
sadece hayal dünyama bir kaç dakika da olsa eşlik etmenizi istedim.
sonuçta hepimiz kurulu düzenin bir parçasıyız ve globalleşme adı altında gittikçe değerlerimizi ve kültürümüzü kaybediyoruz.
yahu biz kurtuluş savaşını kazandığımızda kimseye sormadan bir şeylere karar verebiliyorduk.

Vazifeyi İhmale Sürükleyen Merhamet Memlekete İhanettir

en büyük sorunlarından bir tanesi insanların işlerini doğru yapmaması olan canım ülkemdir.
halbuki doğru yol bize bir kere gösterilmişti:
"vazifeyi ihmale sürükleyen merhamet memlekete ihanettir."
bu söz Mustafa Kemal Aratürk'ün hepimize ders olacak, şu an içinde bulunduğumuz durumdan bizi kurtaracak sözüdür.
bir an durun ve etrafınıza bakın ve hayatınızı, işinizi gözden geçirin.
bu sözü 'algıladıktan' sonra insan pek eskisi gibi olamıyor.
bir çok insan 'merhamet' ettiği bahanesi ile görevini yapmıyor.
nasıl mı?
vergi borcuna ve suçlulara devlet sürekli af, erteleme çıkartıyor.
insanlar kamu düzenini bozacak şekilde trafikte araç kullanıyor.
örneğin haberlerde okuyoruz hepimiz ingiltere'deki futbolcuların işledikleri suçları.
tabi canım elin ingilizi yapar değil mi? ama bizimkiler nedense yapmıyor. yapmıyor mu?
ya da gene haberlerde dinleriz almanya'da amerika'da siyasi bir kişi bir suç işliyor.
mesela trafik suçu. bizim siyasilerimiz trafik suçu işlemiyor. ünlülerimiz hiç suç işlemiyor. yoksa af mı ediliyorlar?
mesela otobüs durağında yolcu bekleyen minibüsü gören trafik ekip arabası "bekleme yapma devam et" diye anons yapıyor ve gaza basıp gidiyor. bu bir trafik suçudur. neden hemen hem de her bu eylemi yapana o an ceza kesilmiyor? neden bu merhamet?
karşımda oturan iş arkadaşım saatlerce sevgilisi ile konuşuyor. müdür biliyor ama hiç bir şey yapmıyor.
terfi etmemesi gereken kişiler "uzun yıllardır orada bulundukları için" terfi ettiriliyor.
kamu görevlileri çoğu zaman "bu seferlik" affediyorlar.
tanıdığınız varsa bir çok kural sizin için ihmal edilebiliyor. torpille.
rahmetli bile "anayasa bir kez delinmekle bir şey olmaz" dedi.
v.s.

bir çok konuda anglo sakson (ingiliz'in ipi sağlam olur) bakış açısıyla bakmak ya da "şeriatın kestiği parmak acımaz" mantığında yaklaşmak gerekir. (lütfen burada kullanılan benzetmeler polemik konusu olmasın) yani vazifeyi ihmal etmenin cezası kesinlikle çok ağır olmalıdır.

"vardır bunun bir hal çaresi" mantığıyla hareket ettikçe kamu düzeni asla oluşmaz.

kısa bir anektod:
ingiltere'ye devlet görevi ile giden bir vatandaşımız araç kiralıyor ve görev yerine gidiyor. gittiği caddede park edecek yer bulamıyor. tek bulduğu üzerinde "sakatlara özel" yazan ve hiç kimsenin park etmemiş olduğu yer. kendini bir an ülkemde hissediyor ve aracı oraya parkediyor. işi bittiğinde aracı yerinde bulamıyor. araştırması sonucu aracın çekildiği yeri buluyor. istanbul-gebze arası kadar mesafe uzaklıkta bir yere çekilmiş. ayrıca ceza olarakta, orada 7 gün kalacağı harcın hepsini ödüyor. tabi bir de gidip arabayı oradan alıp getiriyor. bu kişi ondan sonra defalarca ingiltere'ye gitmiş ve defalarca araba kiralamış ama bir daha asla sakatlara ayrılan yere parketmemiş.
budur.

Bölünmez Bütünlük

türkiye cumhuriyeti'nin toplumsal sözleşmesi olan anayasasının 3. maddesini tekrar hatırlayalım:
madde 3 - "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı "istiklal Marşı"dır." Başkenti Ankara'dır.

anı-tespit: bir tv kanalında yörelerimizi tanıtan bir program izlerken tespit ettiğim bir durum. trabzon yöresinde bir köyün bir şenliği tanıtılıyordu. şenlik alanına bir türk bayrağı asılmıştı. türk bayrağı altında lazca türküler eşliğinde horon tepen vatandaşlarımızı o kadar ilgi ile izledim ki bir an aralarına katılmak istedim. vatandaşlardan bazıları kendi aralarında lazca konuşuyor, şakalaşıyorlardı fakat kamera önünde ropörtaj yaparken türkçe konuşuyorlardı. türk bayrağına saygı gösteriyorlardı. türkçe'ye saygı gösteriyorlardı. ülkenin bölünmez bütünlüğüne saygı gösteriyorlardı. ülkeyi bölmeye çalışacak fikirlere sahip olan, türk bayrağı yerine başka bir bayrak asmak, türkçe konuşmamaya özen göstermek gibi faaliyetler bölücülüktür. bilinçli yapılmıyor ise bölücülere alet olmaktır. toplumun genel kabul görmüş değerlerine saygı göstermek gerekir ki temsil edilen değerlere saygı gösterilmesi beklenmelidir.

Ermeni Asıllı Vatandaşlar

- ülkemizdeki bir çok ermeni asıllı vatandaş özellikle istanbul'da yaşamaktadırlar. yaklaşık 50.000 kişidirler. şahsi tespitlerim uyumlu oldukları ve problemlerini yüksek sesli olarak dile getirmedikleridir. zaten bu tutumları ermenistan'daki ermeniler ve ermenistan dışındaki ermenilerin oluşturduğu ermeni diasporası tarafından da tepki görmektedir. ermenistan ekonomik ilişkilerinde bozulma olmaması için türkiye ile ilişkilerinde aşırı sivri çıkışlar yapmamaktadır fakat ermeni diasporası alenen türkiye aleyhine çalışmaktadır. hatta ermeni diasporasını bulundukları ülkelerde bir arada tutan en önemli unsurlardan birinin de türk düşmanlığı olduğunu şahsen düşünmekteyim. fakat ülke içinde, bireysel bazda, ermeni asıllı vatandaşlarımız soruna yol açmamaktadırlar.

Bölücü Faaliyetler

- son dönemde bölücü faaliyetlerde artış olmuştur. söylemleri derin şekilde incelerseniz "birlikte mutlu yaşayalım"dan çok "tek başımıza mutlu yaşayalım" ifadelerini görebilirsiniz.
- bireysel olarak baktığınızda halkımızın içinde "ırk" sorunu yoktur. türk, kürt, laz, arnavut, boşnak, ermeni ve diğer kökenli vatandaşlar aynı iş yerinde, aynı aşkın pembe düşlerinde, aynı somunun iki yarısında gayet dostane bir şekilde yaşamaktadırlar fakat bazı parti veya partilerce "kimlik" siyasete alet edilmektedir.
- türkiye cumhuriyeti vatandaşlarının arasına "türkler ve kürtler" ayrımını sokmaya çalışanlar, milletin "islam" mayası ile yoğrulduğunu görerek, son dönemde kürt asıllı vatandaşlarımıza misyonerlik faaliyetleri ile yanaşmaktadır. amaç müslüman türkler ve hıristyan kürtler olarak ülkeyi bölmeye çalışmaktır.

Siyaset

- siyaset ve siyasi partiler fasit dairenin içinde dönmektedirler. hiç biri yaratıcı bir çözüm öneremeyip diğer siyasi partiler ile uğraşmayı memleket meselelerinin önüne koymuşlardır.
- siyasi partilerden hiçbiri ekonomik alanda yapacaklarından bahsetmemektedirler.
- son dönemde ülkeye ciddi bir yabancı sermaye girmiştir. yabancı sermaye güvenmediği ülkeye girmez. bir ülkenin "gelecekteki politikalarının" garantisi olmadan yabancı sermaye ülkeye girmez. gelecek yıllar için türkiye'nin avrupa birliği üyeliği, amerika ile ilişkiler, komşularla ilişkiler v.s. çizgileri ana hatları ile bellidir.
durum böyle iken seçime giren hiç bir partinin ana çizgiler dışında hareket etmesi beklenemez. siyasi partilerin "bu kadar" başa geçmek istemelerinin en büyük sebeplerinden biri kadrolaşabilmek ve ihale musluğunun başına geçmektir.
- ülkenin üç önemli değeri vardır: "atatürk ve cumhuriyet", "islam" ve "milliyetçilik". maalesef ki siyasi partiler bu değerleri seçim için veya iktidar olabilmek için kullanabilmektedirler. partilerin iktidar olduktan sonra yapabilecekleri sınırlıdır. hatta şunu bile söyleyebilirim: siyasi partilerden hangisi iktidar olursa olsun aynı çizgiyi izleyecektir. önemli olan, hangi siyasi görüşe sahip insanların çıkarlarının ön planda olacağıdır. (bu sebeple ülkenin değerlerinin siyasete alet edilmesine şiddetle karşıyım.)
- ülkenin büyük çoğunluğu avrupa birliğinin ne olduğunu, neden avrupa birliğine katılmamız gerektiğini bilmemektedirler.
- bir grup insan avrupa birliği hakkında "birlik seviyesinde kanuni düzenlemelere sahip olmak ama birliğe üye olmamak" istemektedirler. şahsen ben de bu görüşü desteklemekteyim. zira özellikle ekonomik alanlarda görülmüştür ki, avrupa birliği mevzuatı bizim mevzuatımızdan daha iyi düzenlemelere sahiptir. bizim meclisimizde ve bürokratik kurumlarımızda bir düzenlemenin çıkması için 10 yıl beklerken, aynı düzenleme avrupa birliği mevzuatında yıllardır vardır. ayrıca son dönemde ekonomi alanında bir çok konuda yapılan iyi düzenlemeler hükümetlerin çabası ile değil avrupa birliğinin dayatması ile olmuştur. aslında düzenlenecek o kadar çok alan vardır ki, fakat meclisteki vekillerimiz siyasi olaylara daha çok vakit harcamaktadırlar. çok daha önce çıkması gereken düzenlemeler hala beklemektedir.