Engin Yaşar


14.07.2010 tarihinde hakkında aşağıdaki haber çıkan gazi. hadi baş tacı etmediniz, unuttunuz çocuğu, `orduevi`nde de iş veremediniz mi kendisine paşam? Paulownia ağaçlarının boyunu ölçmek unutulmuyor ama gazim unutuluyor. ciddi anlamda üzüldüm. hatta böyle bir yazı yazmak zorunda bırakıldığım için üzüldüm.


gazi iş için koştu türkiye utandı
dağlıca'da 17 gencin şehit düştüğü helikopterden sağ kurtulan tek asker engin yaşar, ayağındaki platinle mevsimlik işçi olmak için ter döktü.

engin yaşar bundan 12 yıl önce teröristlerin kurduğu pusuda düşen ve 17 gencin çatışarak şehit düştüğü helikopterden sağ kurtulan tek askerdi. büyük kahramanlık hikayesinin yazıldığı o günü, bacağına takılan platinle hatırlayan yaşar, orman bölge müdürlüğü'nün alacağı mevsimlik işçilerden biri olabilmek için, platinli bacaklarıyla koşu sınavına girdi. sınava katılan 492 kişi ile birlikte ter döken yaşar, "bu vatan için seve seve kanımı akıttım. bugün çağırsalar yine seve seve giderim” diye konuştu.

sinav bin 500 metre
bugün 32 yaşında olan engin yaşar her türk askeri gibi davulla zurnayla uğurlanıp gittiği askerden gazi olarak geri döndü. 1998 yılında şemdinli'den havalanan ve 18 askeri taşıyan skorsky tipi helikopter açılan ateşle alev alınca 8 asker oracıkta şehit düştü. yangından kurtulan 10 asker ise son kurşunlarına kadar savaştı. ancak çatışmadan sadece engin yaşar bacağından yaralı olarak kurtuldu. kahraman asker bacağına takılan platinle hayata sarıldı.

o günün üzerinden 12 yıl geçti ve yaşar önceki gün orman bölge müdürlüğü'nün 6 ay boyunca çalıştıracağı 190 kişilik mevsimlik işçiden biri olabilmek için platinli bacaklarıyla 492 kişiyle birlikte bin 500 metre koştu.

devlet sahip çikmadi
askere gitmeden önce parkecilik yaptığını ancak bacağındaki platin nedeniyle bu işi devam ettiremediğini anlatan yaşar, "geçirdiğim operasyonlardan sonra birçok yerde şoförlük yaparak hayatımı sürdürmeye çalıştım. cumhurbaşkanımıza ve başbakanımıza mektup yazarak durumumu anlattım. ne yazık ki devlet bana hiç sahip çıkmadı. ben bu vatan için kanımı seve seve akıttım. şimdi yine çağırsalar yeniden seve seve giderim" dedi.

mücadeleye devam
işsiz kalınca bu sınava girmeye karar verdiğini söyleyen yaşar şöyle devam etti: "maalesef işim yok. burada da işe alınırsak geçici olarak 6 ay çalışacağım ve daha sonra hayat mücadelemize devam edeceğim." sınava girmeden önce orman bölge müdürlüğü yetkililerine durumunu anlattığını vurgulayan yaşar, "benim koşmam çok tehlikeli. bunu yetkililere anlatmaya çalıştım ama bana 'koşacaksın' dediler. geldim ve koştum." dedi.

o hala işsiz
6 aylık geçici işe yerleşebilmek için ayağındaki platinle bin 500 metreyi koşmak zorunda kalan işsiz gazi sınavı kazanamadı ve hala kendisini geçindirebilecek bir iş arıyor.

Türk Siyasal Hayatı

Türkiye Cumhuriyeti siyasetinin içinde bulunduğu durumu özetleyen çok güzel bir araştırma mevcuttur. dön baba dönelim rep rep...

"newsweek dergisinde yayımlanan araştırmada farklı yaşlardan kişilerin karar alma yetenekleri ölçüldü. en başarılı yüzde 25’lik dilim yaş gruplarına göre ayrıldığında en çok 28 yaşındakilerin başarılı olduğu görüldü. bu gruptaki kişilerin sadece yüzde altısının 50 yaşın üzerinde ve sadece yüzde 4’ünün 60 yaşın üzerinde olması dikkat çekti. uzmanlara göre beynin hacmi 30 yaşından sonra küçülmeye başlıyor ve düşünme kapasitesinin bu nedenle azaldığı sanılıyor."

1 Mayis 2008

Eylem ve eylemsizlik arasında kalan ve Valiliğin önlemleri yüzünden Taksim'de çalışanlar için işe gidişte soruna yol açacak gün.
Benim gibi taksim civarında çalışanlara önemle duyurulur:
  • Galata ve Unkapanı köprüleri üzerinde sizi durduracak olan polislere göstermek üzere varsa şirket kimliğinizi yanınıza alın. "Valla billa Taksim'de çalışıyorum" diyin.
  • "Olabilir, ben senin iş yerinin Taksim'de olduğunu nereden bilecem" diye inanmayan memura şirketinizin adresi yazılı bir broşür, antetli kağıt v.s. varsa gösterin. Bunları yanınıza almayı unutmayın.
  • Varsa şirketiniz önünde caddeyi gösterecek şekilde çekilmiş bir adet 10-15 ebadında resim de taşıyın. "Abi itin köpeen olayım, patron beni öldürür, bırak geçem kurbanın olam" diyin.
  • Baktınız olmuyor, pişkinlik yapın. Suratınızı azdırıp "Sen sivillerle ne biçim konuşuyorsun?" diyin. "Siviller" kelimenizi duyduklarında sizi polis-komise-amir sanıp tırsar bırakırlar genelde. Bu da kulağınıza küpe olsun. Ama kulağınızda küpe olmasın. Adam yerine koymuyorlar. (Denemeyle sabittir)

18 Nisan 2007 Malatya Yayınevi Baskını

Amcası Hamza'yı öldüren Vahşi'nin bile öldürülmesine izin vermeyen Peygamber'in dini adına işlendiği iddia edilen cinayetlerdir.
İslam dininde vahşet yoktur. Vahşet insan doğası içinde vardır. Bunlar, doğduktan sonra çükleri kesilmiş, "Hadi Vatan için, Allah için hurra" diye gaza getirilmiş, cahil ve sapkın kişilik taşıyan insanlardır. Kendinize model almak istiyorsanız Mevlana'yı alın.

MİT Arşivindeki UFO Görüntüleri

Henüz gerçekleşmemiş ama eli kulağında, ortaya çıktığı zaman ülke gündemine bomba gibi düşecek görüntülerdir. Ben size şimdiden spoiler vereyim:

Bir kazayı görüntüleyen bir eksperin objektifine takılan bu ufo görüntüsü susurlukta çekildi: Resim 1

Bu ilginç görüntü ise Papa'nın halkı selamlaması sırasında amatör bir kameraman tarafından tesadüfen çekildi: Resim 2

Bu görüntü ise Arap asıllı olduğu iddia edilen amatör bir fotoğrafçının deklanşöre basması ile hafızalara kazındı: Resim 3

110 Alo İtfaiye

Ccep telefonunuzdan aradığınızda, o an sizin cep telefonu operatörünüzün bağlı olduğu baz istasyonunun bağlı olduğu ilçe itfaiye müdürlüğüne aktaran numaradır. Biliyorum karmaşık oldu biraz ama yaşadığım bir olay ile açıklayayım. Geçtiğimiz yaz Zeytinburnu ilçesindeki Surp Pirgiç Ermeni Hastanesinin önünde iken, karşıdaki boş alandaki otların tutuştuğunu ve yanmaya başladığını gördüm. Yanan yer ile itfaiyenin arası 2-3 sokak. Telefon çaldıktan sonra şöyle bir konuşma geçti:
- İtfaiye.
- Bir yangın ihbarında bulunacaktım.
- Adresi alayım.
- Surp Pirgiç ile Balıklı Rum Hastanesi'nin oradaki futbol sahasının kenarındaki otlar tutuşmuş, SSK Dispanseri'ne doğru ilerliyor.
- İyi de kardeşim burası Fatih İtfaiyesi, sizin Zeytinburnu İtfaiyesi'ni aramanız gerekiyor.
- Kardeşim ben cepten arıyorum. 110 u tuşladım siz çıktınız karşıma.
- O mıntıkaya Zeytinburnu İtfaiyesi bakıyor.
- Ya banane kim nereye bakıyor kardeşim, Zeytinburnu bakıyorsa siz de onlara haber verin Allah Allaaah.
- Tamam biz haber veririz. dedi ve kapattı. İşte cep operatöründen yönlendirmeler sebebiyle de bu tarz durumlar ile karşılaşabiliyor insan. harita üzerinde görelim durumu: http://img254.imageshack.us/img254/5438/itfaiyeph2.jpg

Ha bu arada nöbetçi eczane sorgulandığında da Fatih çıkıyor. Acaba onları da arasak size Zeytinburnu eczaneleri bakıyor derler mi?

UFO

Bir TV kanalında ufolar ile ilgili bir belgesel izlerken dünyada ufolar alanında çok tanınmış ama şimdi ismini hatırlayamadığım (x diyeceğim) bir kişi ile ropörtaj yapılıyordu. Adam tek kolluydu ve belgeselde şöyle bir ifade geçmişti: "Defalarca ufolar tarafından kaçırılan x'in tek kollu olmasının sebebi ufolar değil bir Türkiye seyahati sırasında geçirdiği trafik kazasıdır." O an bilimsel bir programda ülkemizin de adı geçtiği için gurur duydum.

Türkiye: Kamplasma

İnsanların kamplaşmaya başladıkları, birbirlerinden bir şeyler öğrenmek yerine baştan ön yargılar ile hareket ettikleri, kesinlikle birbirlerini dinlemek istemedikleri, hatta tahammülleri olmadığı, hale ki son bir kaç yılda bu durumun daha da şiddetlendiği canım ülkem.

(Kaynak bkz: #12699124)
--- aethewulf ---
bizzatihi arka arkaya gelen yazıları okumuyor, iddianın kendisini filan hiç kimse araştırmıyor, ölçmüyor, tek bir gazete referansı, bir internetten sayfa filan dahi beklemiyorsa bu algı düzeyi ile nasıl iletişim kurulur?
--- aethewulf ---

Kıdem Tazminatının Kaldırılması İhtimali Üzerine

Lise hayatımda kredili sisteme geçiş süreci yaşadım. Üniversite hayatım boyunca 4 yıl ayrı ayrı sistemlerde okudum. Önce bütünleme hakkımı kaldırdılar sonra iki vize bir finale çıktı sonra oranlar %40-%60'dan %50-%70 gibi bir şeyler oldu. İşe girdim emeklilik kanunu değişti. 42 yaşında emekli olabilmek varken bu 62 ye çıktı. (Şimdi ne 42 doğru ne 62 el insaf) Bir sene sonra işimde yükselme ya da işsiz kalma gibi bir durumum var. Şimdi nasıl bir sistem oturtulacak ki benim mevcut kazanım hakkım korunacak. Atıyorum şu an işten çıkartılsam 10 bin ytl tazminat alacaksam, gelecek sene bu kanun çıkarsa ve işten çıkartılırsam aynı parayı alabilecek miyim? Yoksa "sizin için geçiş dönemi hazırladık" adı altında 3 bin ytl mi verilecek? Bu parayı kim verecek? İşveren mi? birikmemiş fondan devlet mi?
Sabah gazeteleri okuyorum. Milyar dolar sahibi türk işadamları var listede. "Bir yılda servetini ikiye katladı" yazıyor.
Rahmetli "bir koyup üç alacağız" diyordu. Kimi koymadan üç alır, kimi üç koyar üçün birini bile alamaz.
Hakkaten o kadar çok kesinti var ki maaşımdan. 35 yıl prim ödeyeceğim 62 yaşından sonra belki 5 yıl maaş alacağım. Bu arada işsiz kalırsam kıdem tazminatı da alamayacağım. Gelişmiş ülke olsak güvenirim ama hiçbir hükumet şimdiye kadar güven vermedi bana.
Aslında beni yıkan da ney biliyor musun? A partisi de aynısını yapıyor, B partisi de, C partisi de... Ne olacak halimiz?

Yurtdışından Türkiye'yi gözlemleyen birisi toplumsal yapımızla ilgili olarak şöyle bir tespitte bulunmuştu: "Türkler yaşlılarına efendileri gibi, çocuklarına da yarı tanrı gibi davranırlar."
Bir arkadaşım da Rusya gezisi sonrası şöyle bir tespitte bulunmuştu: "Rusya'da yaşlılar sosyal güvenlik sisteminin dışında kaldıkları için, sokaklar evsiz, barksız aç-sefil yaşlılarla dolu, çocuk fuhuşu ise had safhada." Şimdi sosyal güvenlik sisteminin toplumsal yapı ile nasıl doğrudan bir ilişkisi olduğunu düşünelim ve sosyal güvenlik ile ilgili enstrümanlarla oynamanın toplumda yaratacağı etkileri düşünerek hareket edelim. İşsiz kalıp zor duruma düştüğümüzde yaramıza az da olsa merhem olan ama tabiri caizse zaten çük kadar olan kıdem tazminatının kaldırılmasının (Yerine gelecek olan şey'in tatmin edici olabileceğine inanmıyorum) etkilerini bir düşünelim. Ha bunu bir de yerel siyasetçi olup, seçerek meclise gönderdiğimiz milletvekillerinden umut edelim. Ne de olsa umut fakirin ekmeği değil mi?

Olasılığı tanımlayayım mı? Türkiye'de her gelen hükümet ile birlikte düzen'in değişmesinin yansımalarından biridir. Bir durun lan!

Şeriat Gelecek Kaygısı

Türkiye'deki mevcut gelişmelerde dünyada meydana gelen gelişmelerin de etkisi vardır. Türkiye iç dinamikleri ile şu an bulunduğu pozisyonda değildir. AB ve ABD'nin son 5 yıldaki tutumları türkiye'de nefretle karşılanmış ve insanımızın, bu ülkelere ve bu ülkelerin temsil ettiği değerlere uzaklaşmasına yol açmıştır. özellikle AB'nin iki yüzlü tutumu ve ABD'nin burnumuzun dibinde devam ettirdiği savaş ve insanlık dramları insanlarda güvensizlik, korku ve paniğe yol açmıştır. Bu gelişmelerden mütevellit ortaya çıkan duygular insanların kamplaşmasına, etiketleme yapmasına ve hoşgörülerinin azalmasına sebep olmuştur.

Benzer şekilde ekonomik gelişmeler de bu etkileri tetiklemektedir. İnsanların refah seviyelerinin azalması toplumda bozulan huzuru daha da kötüleştirmekte, 'sinir' açısından canlı bombaların sokaklarda dolaşmasına sebep olmaktadır.

Toplumun dengesi bozulduğunda, hoşgörü ile çözülebilecek olaylar, önce tartışmalara sonra da eylemlere dönüşür.

Önemli olan, öncelikle ekonomik gelişmenin devam ettirilmesi için ülke gündeminin birinci sırasına ekonomiyi almak ve sağlam iradeye sahip yöneticiler ışığında toplumu doğru yönlendirmektir ki tüm siyasi partiler incelendiğinde bu mümkün gözükmüyor.

Siyasiler ile ilgili bir nokta: Uzak bir akrabam siyasi hayatına sol partide başlayıp 80 ihtilali sonrası muhafazakar bir partiye ardından şeriatçı bir partiye ardından da ılımlı islami bir partiye geçti. Açık konuşayım benim bu akrabam siyasetten çıkar sağlamak için siyasetin içinde ve onun için parti ya da politik görüşten çok musluğun başında kim olduğu önemli. Şimdi düşünün, bu şekilde siyasetin içinde kaç kişi var?
Siyaset ülkeyi yönetmek mi yoksa akan musluklarına en yakın yerde koyunları otlatmak mı?
İşte bu düşüncelerden mürekkep fikrim; Şu an toplumu yönlendirebilecek siyasi yapıya sahip olamamamız sebebiyle med cezir etkisinden kurtulamamamız ve saplantılara sahip olmamız.

Son olarak saplantı derken sadece 'şeriat gelecek' değil, diğer ülke gündemindeki tüm durumları kastettim. Güvensizlik ve korkularımız doğru düşünmemizi engelleyerek normalde olduğumuzdan çok daha farklı eylemlerde bulunmamıza yol açıyor.

Türban Özgürlüğü İroniktir

Özgürlük, diğerlerinin onun özgürlüğü için düşündükleri değildir.
Eğer insanlar türbanı tercih ediyorlarsa, türbanlı gezme özgürlüğü talep ediyorlarsa, bu tercihi yapıp sonuçlarına katlanan insan dışındaki insanları bu durum ilgilendirmez. (özgürlüğü kısıtlanıyor anlamında)

Bu durumların yarattığı düşünülen özgürlük dışı durumlar kişileri bağlar. diğer insanları ilgilendirmez.

Bu itibarla, türbanı tercih eden insanların türban giyme özgürlükleri talep etmeleri ironik değil doğaldır. yani önerme yanlış. sorunların çözümü empati ve karşılıklı saygı ile başlar.

Türbanlı Kıza Mektup

Türbanlı kıza mektup başlıklı yazılar yazıldı. İçeriği de genel olarak şöyle idi: "Ben senin türbanına izin vereceğim. Şimdiden söyleyeyim ileride irticacı olursan ve saire ve saire" Yani başı iyi başlayıp sonunda aşağılamalar ve ayrımcılık olan ve tüm türbanlıları tek şekilde değerlendiren yazılar idi. Benim yazım ise:

Türbanlı Kıza Mektup nedir?

Etiketlenmiş kıza yazılmış mektuptur.
Aslında işin ilginç yanı insanların sürekli diğer insanları etiketlemek istemesidir.
mesela bir yazar görürsün, iki yazısını okursun "tamam bu faşist" ya da "dinci bu" ya da "tamam bu dinsiz imansız" diye yaftayı yapıştırırsın hemen. açıkçası insanları toptan etiketlemek yerine, insanları 'birey' bazında değerlendirmek ya da eylemlerini etiketlemek yerine her eylemini ayrı değerlendirmek gerekir.

şimdi neden etiketleme hadisesinin üzerinde bu kadar durduk biliyor musunuz? bu etiketleme hadisesini sadece bireyler değil devlet de yapıyorsa eğer işte o ülkede insan haklarının daraltıldığı ve ayrımcılık yapıldığı görülür. şöyle ki eğer siz "insan" temelinde bireyleri ayıramayıp "kürtler, aleviler, türbanlılar, faşitler, komunistler, cumhuriyetçiler, ateistler" gibi 'etiket' düzeyinde muamelede bulunursanız yapacağınız tüm eylemler ayrımcılığa girer. mesela tüm kürtleri "bir kişi gibi" değerlendiremezsiniz ya da tüm türbanlıları. herkese eşit kuralları koyarsınız ve bu kurallara uymayan bireyleri yargılarsınız.
eğer bölücü veya terör amaçlı faaliyetlerde bulunan insanlar var ise bunların etiketine bakmadan yargılamanız gerekir. eğer bir insan "Allah'u Ekber" diyerek birisinin kafasına elindeki satırı indiriyorsa bu birey "cinayet işleyen bir insandır. fazlası değil. eğer dinci diye etiketlenen bir örgüt mensubu ise 'terör örgütü mensubudur' fazlası değil. eğer bir insan başını kapatıyorsa bu insan başını kapatıyordur. eğer kamu düzenini bozacak eylemlerde bulunuyorsa o zaman 'kamu düzenini bozan bir insandır'.
demogojiye açık bir mevzu. ama son olarak şunu söyleyebilirim. "devlet düzenini şeriat düzeni şeklinde değiştirmeye çalışanlara açık mektup" olarak düşünmek yerine "türbanlı kıza açık mektup" ayrımcılığın daniskasıdır. çünkü ben devlet düzeninin şeriat olarak değiştirilmesine veya ülkenin bölünmesine karşıyım. aynı şekilde milletimizin bir bölümünün (bu hangi bölüm olursa olsun) ayrımcılığa tabi tutulmasına da karşıyım.
ve bırakın şu etiketlemeyi de fikirleri tartışın.

31 Ocak 2008 İstanbul Patlamasının Sorumluları

görevini yerine getirmeyen kamu görevlileridir.

birinci derecede suçlu belediyedir.
ikinci derecede suçlu belediye anlayışıdır.
üçüncü derecede suçlu yönetim anlayışıdır.

şimdi temel felsefe şu: "'balık baştan kokar'".
ek açıklama: mevcut yönetim de dahil geçmişteki tüm yönetimler de suçludur.

evet, balık baştan kokar. bir yerde eğer kamu görevlileri 'insiyatif' kullanmaya başlamışlar ise o yerde kamu düzeni bozulur.
şimdi örneklerle destekleyelim.
- her sabah zeytinburnu'ndan minibüse binerek topkapı'ya gidiyorum. bu sevgili minibüs şoförleri bakırköy zeytinburnu arasında, 15 dakikada alınacak yolu ara duraklarda zaman geçirerek bir saate çıkartıyorlar. vatandaş tepki gösterdiğinde de kavga ediyorlar.
bu aralar sıkça bir olaya şahit olmaya başladım. minibüs şoförü, araç dolu iken, silivrikapı'daki otobüs durağına giriyor ve yolcu bekliyor. bir kere ayakta yolcu alması trafik suçu. ikincisi otobüs durağına girmesi trafik suçu.
yoldan geçen trafik polisleri kafalarını bile çevirmeden es geçiyorlar. ardından bazen yunuslar, motorsikletlerini durdurup, minibüs şoförünü ikaz ediyorlar. minibüs şoförü duraktan çıkınca da yollarına devam ediyorlar. işte ince nokta burası. eğer polis bir suçun işlendiğine şahit oluyorsa kanunun kendisine emrettiği görevi yapmak zorundadır. fakat bu noktada insiyatif kullanma hakkını kendisinde gören kamu görevlileri sebebiyle kamu düzeni bozulmaktadır.
- ikinci örnek sokakta yapılan düğünler. sokakta düğün yapılması bir gelenek olabilir ancak şehir gibi insanların daha sık ve iç içe yaşadıkları yerlerde yani kamu düzeni ile örf ve adetin kesiştiği noktada örf ve adet ikinci planda yer alır. yani kısacası sokakta düğün yapılması bir çok kişinin adeti olsa bile özellikle kentlerde sokakta düğün yapılamaz.
çünkü insanlar çevreye verilen gürültü kirliliğinden rahatsız olabilirler. (olurlar)
düşünün ki siz hemşiresiniz (bir yakınım) o gece 00:00 ile sabah 08:00 arasında mesainiz var. öğleden sonra saat 15:00 de yatmışsınız ve akşam 18:00 den itibaren sokağa konulan dev kolonlardan çıkan ses yüzünden uyuyamıyorsunuz. polis çağırıyorsunuz. polis gelip uyarıp gidiyor. -ki kanuni desibel'in üzerinde ses varken bile. (ama mesela nişantaşı'nda sokakta düğün yapamazsınız. oradaki vatandaşın sesini kamu görevlileri dinliyor. bizi zikleyen yok ya neyse)
- üçüncüsü kaçak işyerlerini denetlemeye gelen zabıtalar ile ilgili. yukarıdaki gibi detaylı bir örnek gösteremeyeceğim ama zeytinburnu'nda oturduğum ve ilkokuldan itibaren konfeksiyon, çay ocağı, matbaa ve oto tamirhanesinde çalıştığım için biliyorum zabıta abiler güzel abilerdir. işverenler de konukseverdirler.

dikkat edin. hayatınızda bu ve benzeri o kadar çok olaya şahit olmuşsunuzdur ki. daha önce de başka bir entryde ironi yaparak şuna vurgu yapmıştım. "ingiltere'deki futbolcular araba kulllanmayı bilmezler. politikacıları ve sanatçıları da araba kullanmayı bilmezler. ama yurdumda öyle mi? bir tanesi bile kaza yapmamıştır."

benim anlamadığım anlayamadığım şu: adama diyorsun ki "senin görevin şunu şunu yapmak, şunu yapanları tespit etmek" ama adam bu durumu görünce yapması gerekeni yapmıyor. bak çocuklarına yedirdiğin bir lokma var. o lokmayı halktan toplayıp sana veren devlet o görevi yapmanı emrediyor. ama sen yapmıyorsun. neden?
üç sebep var.
- birincisi "böyle gelmiş böyle gider" düzeni çalışanlar arasına yerleşmiştir.
- ikincisi 'negatif öğrenme'dir. dileyen örneği okuyabilir. (bkz: negatif öğrenme) enişteler bu anlayışın yerleşmesine sebep olmuşlardır. (bir ve iki aynı oldu gibi)
- üçüncüsü hümanist bazı kamu görevlilerimizdir. nedense bu insanlar vatandaşa yardım etmek için yapmadıklarını bırakmıyorlar. yahu kardeşim sen maaş aldığın kurumun çıkarını düşüneceksin. çünkü sağlıklı bir bünyede maaş aldığın kurum, kamu yararı için kurulmuştur ve o kurumun üzerinde tüm vatandaşların hakkı vardır. sen kim oluyorsun da diğer bütün vatandaşların haklarını insiyatifin çerçevesinde kullanabiliyorsun?
- dördüncüsü aflardır. sonunda af çıkacağını bilen vatandaş gevşek davranır. kamu görevlisi de sonunda af çıkacağını biliyorsa gevşek davranır.
- beşincisi (üç sebep var dedik ama beşe geldik) dördüncü madde ile alakalı yapılan popülist eylemlerdir. mesela bir yetkili bir kamu görevlisi diyor ki: "ssk primi ödenmeyen işçilere de tazminat ödenecektir." bunu duyan bir kısım işveren de içinden "ulan bir kaza olursa zaten devlet ödüyor. ben niye sigortalı yapayım işçimi?" diye düşünüyor. şimdi açıkçası aslında en önemli sebeplerden bir tanesi bu. çünkü kurallara uyan vatandaşı otomatikman cezalandırmış oluyorsunuz. mesela terör eylemleri sebebiyle vatandaşların arabaları yakıldığında bir yetkili kamu görevlisi: "insanların zararları devlet tarafından ödenecek" dedi. peki. bir karar varmak gerekiyor. şunu söylemek lazım. devlet vatandaşının başına gelen sansasyonel tüm zararları öder mi? yok. bunun garantisi yok. zaten bu sebeple batıda devlet insanları sigorta yaptırmaya teşvik ediyor.
bilinçli insanlar bu sebeple sigorta yaptırıyorlar ve başlarına bir felaket geldiğinde sigortacılar sigortalıların hasarlarını ödüyor. şimdi bir olay meydana geldiğinde devlet tüm zararı ödeyecek mi? hayır. aslında olayın sansasyonel olması ile alakalı. eğer oy alınabilecek bir durum söz konusu ise bu zararlar ödenir ama ya sadece sizin başınıza geldiyse ve sansayonel değilse? şimdi devletin bu konudaki tavrı açık değil.
ikincisi mesela sigorta yaptıran bilinçli insan hasarını sigorta şirketinden aldı. yaptırmayanınkini de devlet mi ödeyecek? o zaman bu adam neden sigorta yaptırıyor? (hem malı hem de işçisi için) popülist politikalar zararlıdır.

iş yoğunluğundan bölük pörçük olmuş bu entryde fikirler parça parça da olsa verilmiştir. gerisi okuyucunun onları kafasında birleştirmesine kalıyor.

Ekonomiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii 2

Ekonomik olayların gazetelerin iç sayfalarında, siyasi olayların gazetelerin birinci sayfalarında yer aldığı ülkem.
Ekonomi, işsizlik, mortgage krizi, sosyal güvenlik yasası'ndaki değişiklikler v.s. halkın ilgisini pek cezbetmiyor.
Varsa yoksa türbanlı, alevi, kürt, ermeni, faşist gibi konular toplumun ilgisini daha çok cezbediyor.
Bu sorunların henüz çözümlenememiş olması -ve bu gidişle çözümlenemeyecek olması- geri kalmışlığı aynen devam ettirecek.
Şahsi düşüncem bu ve benzeri konuların öncelikle çözüme kavuşturulması, tartışılması ama ülke gündemini etkileyecek şekilde seviyede değil. Her şeyden önemli olan, yarın da ayakta kalabilmek için ekonomiye önem verilmesi.

Son olarak şunu söyleyebilirim: "Dedem, babam hep bu fasit tartışmalar içinde olduğu için ben bugün ilerleyememiş durumdayım. Daha çok çalışmış olsalardı ben sıfırdan değil daha üst bir noktadan başlangıç yapabilirdim." Tamam siyasi konuları gene tartışın ama torunlarınızı düşünerek ekonomiye önem verin.

Erdal Şafak'ın köşe yazısında spesifik bir kaç örnek belirttiği gibi: (makalenin son yarısı)
Kaynak: Sabah Gazetesi

Ankara Nelerle Uğraşıyor?
Ekonomiden sorumlu bakanlarımız başta olmak üzere yetkililer, "bize pek bir şey olmaz" havasındalar. dileriz haklı çıkarlar ama davos'ta yazılan senaryolarda türkiye'nin de kulağı çınlatılıyor. örneğin krizin avrupa'ya sıçradığını söyleyen nouriel roubini şöyle diyor: "baltık cumhuriyetlerinden türkiye'ye kadar cari açıkları çok büyük olan ülkeler var. bu halklar yabancı paralarla borçlandılar ve konut kredisi aldılar. sonuç emlak sahiplerinin iflas ettiği arjantin ve meksika gibi olabilir."
zaten dün tüsiad genel kurulunda da pek iyimser bir tablo çizilmedi. yönetim kurulu başkanı arzuhan doğan yalçındağ'a kulak verelim: "ekonomiden gelen sinyaller çok olumlu değil. büyüme hızımız önemli ölçüde yavaşladı, enflasyon nispeten hız kazandı, genel işsizlik oranı artmaya başladı, kamu maliyesinde disiplin zedelendi, cari açık sorunu büyüyerek devam etti. yaklaşan küresel dalgaya maalesef bu bilançoyla giriyoruz. dünya hızla bir krize doğru ilerliyor ve türkiye için 2008 çok zorlu bir yıl olacak gibi görünüyor."
ama ankara bu zorlu yılı nasıl göğüsleyeceğine kafa yormak yerine bambaşka konulara öncelik veriyor. o nedenle yalçındağ'ın "bütün enerjimizi ekonomiye yoğunlaştırmalıyız. ancak bir süredir, aslında çok daha rahat bir zamanda tartışmamız gereken türban konusunu, gündemin birinci maddesi haline getirdik" yakınmasının pek etki yapacağını sanmıyoruz.
dahası, gündemin türbana kilitlenmesinin yanı sıra, son zamanlarda artan tuhaf çıkışların da, sadece batı gündeminden değil, batı değerlerinden, hatta batı'dan uzaklaşma eğiliminin işaretleri olmasından kaygılanıyoruz.
yoksa tren biz farkında olmadan makas mı değiştiriyor?

Kamus Namustur

Kamus: Sözlük, büyük sözlük, bir dilin bütün sözcüklerini içeren sözlük
Kaynak: Cemil Meriç'in 'Bu Ülke' adlı eseri

"kamus, bir milletin hafızası"
Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddimesi yıkan fransız ihtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: Kamusa.
Eski sözlüğe kızıl bir külah geçirdiğini söyleyen Hugo, tek kelime uydurulmamış, Sembolizm'in üç silahşörü de öyle. Ama kullandıkları her kelime yeni. Heyhat! Batı'da cinnet bile terbiyeli!

Ermeniler Dışarı Çıkmaya Bile Korkuyorlar

Türkiye'de yaşayan, T.C. vatandaşı olan, azınlık olarak tanımlanmış, Lozan Antlaşmasının 39.maddesine göre "müslüman-olmayan azınlıklara mensup türk uyrukları, müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık (medeni) haklarıyla siyasal haklardan yararlanacaklardır." ifadesi ile eşitlik haklarından yararlanabilmesi gereken ve hrant dink'in öldürülmesi-katli ile son günlerde rahatsız olmuş insanlardır. Bu kitabi tanım. Bir de gerçeklere gelelim. Türkiye'de yaşarlar. T.C. vatandaşıdırlar. Yaklaşık 50-60 bin kişidirler. Doğu anadolu'da çok az kalmakla birlikte ekseriyeti İstanbul'da yaşarlar. İstanbul'da da özellikle Kurtuluş (Şişli) ve Kocamustafapaşa semtlerinde yoğun olarak yaşarlar. Diğer azınlıklarda ve azınlık olmayan ama devletin potansiyel güvensizlik yaşama ihtimali bulunan bireyle birlikte bazı askeri makamlardan (mesela subaylık) ya da bazı siyasi partilerden uzak tutulurlar. (Ben de Ermeni ya da azınlık olmamama rağmen bu sınıftayım. Bu ayrı bir entry konusu. Bu sebeple bu hususu uzatmıyorum) Bunların dışında insan seviyesine indiğinizde genelde iyi huylu ve yardımsever insanlardır. Şimdiye kadar tanıştıklarımda ırkçı bir tutum görmedim. Bu hususa girmemeye özellikle dikkat ediyorlar. Hatta çokça yardımlarını da gördüm. Hrant Dink. Evet onun cinayete kurban gitmesi hem Ermeni asıllı vatandaşlarımızın hem de tüm Türkiye'nin dengesini bozdu. Yanlıştı. Olmaması gerekiyordu. Yapanların karşısında olmak gerekiyor. Buraya kadar şimdiye kadar değinemediğim hususları ifade etmiş oldum. Şimdi ise Sabah gazetesinde bu sabah okuduğum bir haberden yola çıkarak fikirlerimi ifade etmek istiyorum. Gazetenin 21.sayfasında geçen haber. "ermeniler dışarı çıkmaya bile korkuyorlar". haberin içeriği ise şöyle:
= Ermeniler dışarı çıkmaya bile korkuyorlar =
İngiliz haber ajansı Reuters, Hrant Dink'in ölümünün birinci
yıldönümünde Türkiye'deki Ermenilerin yaşadığı kaygılara ilişkin bir haber
derledi. Ajansa konuşan Agos gazetesinin genel yayın yönetmenliğini üstlenen
Etyem Mahçupyan, Türkiye'deki Ermenilerin dışarı çıkmaya çekindiklerini söyledi.
Mahçupyan, "Birçok Ermeni artık kimliğinin bilinmesinden çekiniyor. Bu büyük
umutların beslendiği bir zaman değil. Hâlâ tehlikelerin var olduğu bir dönem"
dedi. Türkiye'de Ermenilerin nüfusunun 60 bine düştüğünü kaydeden Reuters, bu
sayının Osmanlı döneminden bile düşük olduğuna dikkat çekti. Haberde, Agos'un
yakınlarında bir çaycıda oturan Ermenilerin görüşlerine yer verildi. Adını
vermeyen 17 yaşındaki bir genç duygularını şöyle anlattı: "Dink'in ölmesi
bardağı taşıran son damla oldu. Bu ülkede daha kötü zamanlar da gördüm;
darbeler, ekonomik krizler, depremler. ama eğer yapabilirsem burayı terk etmek
istiyorum. Bu ülkede nefes alamıyorum. Herkes size düşman gibi
davranıyor."
Öncelikle orjinal haber metnini buldum. Şu adresten ulaşılabilir: tıklayın
Reuters haberinde 'Hrant Dink'in ölüm yıldönümünde Türkiye Ermenileri'nin üzüntülü oldukları'nı ifade eden bir başlıkla sunuluyor. (-ki bu gayet doğal) ve açıklamaları ile habercilik açısından gayet başarılı bir haber. Haberde geçen bazı ifadeler yorum olsa da kapsamlı bir biçimde bir çok konu sunulmuş. Yani biraz amiyane tabirler kullanırsak: "Adam olayların satır başlarını yazarak çatır çatır koymuş lafı" burada "vay şerefsizler ne biçin konuşuyorsunuz lan siz" demek yerine "çatır çatır gelişine vurmak" gerekir -ki bu hala bizim sahip olamadığımız bir yetenek. Eğer karşındakinin ifadeleri ve iddiaları hoşuna gitmiyorsa karşıt görüşlerini gene aynı yöntemleri kullanarak ifade edebilmek gerekir. Kısaca haberde adamlar döşenmiş.
Bu haberden yola çıkarak kafama takılan bazı hususları ifade etmek isterim:- Sabah gazetesinin bu haberi kırparak, okuyanın sadece Ermeni asıllı vatandaşlara karşı düşünceler beslemesinin yanlış olduğunu düşünüyorum. Eğer ortada haber değeri taşıyan bir konu varsa bence bu okuyucuya tüm çıplaklığı ile sunulmalıdır. Haberleri kırpıp yorumlamak köşe yazarlarının işidir. (Sabah gazetesinden şikayetçiyim. Geçenlerde de Bush, İsrail'i ziyaret etti. Ziyaretindeki görüşmeler ya da basın açıklamaları tek satır verilirken İsrail duvarının İsviçre Peyniri'ne benzetilmesi ya da kolundaki -atmaca mı şahin mi ne haltsa artık- kuşun resimleri ve haberi dev puntolarla verilmişti.) Sabah gazetesinin bu dikkatsiz ve özentisiz tavrı, bu kadar hassas konularda toplumu yanlış yönlendirmektedir.
- Sayın Mahçupyan'ın ifadelerini kendimce doğru bulmuyorum. Ermeni asıllı vatandaşların sokağa çıkmaktan korktukları hususu gerçeği yansıtmıyor. Bence konuya dikkat çekmek için abartılı ifade etmiş. Söylediklerinde bence tek doğruluk payı "kimliklerini gizleme hususu" -ki bu konuda haklı. Gerçekten Ermeni asıllı vatandaşlar kimliklerini açıklamakta hevesli değiller -ki bana göre de haklılar. Çünkü kimliğinizi ya da boşver kimliği memleketini bile ifade etsen karşındaki insanın -nedense- sana karşı davranışları değişiyor. Bu sebeple doğru bir ifade olmuş fakat bir önceki ifadenin arkasına geldiğinde farklı algılamalara yol açabiliyor.
Son olarak en önemli mesajımızı verelim. Bu konu hassas bir konu ve her iki tarafın da azami hassasiyeti, saygısı ve yapıcılığı ile ilerleme kaydedilebilir.
Sabah gazetesine: Haberi okuduğumda bir tutarsızlık gördüm. Çünkü 17 yaşındaki bir gencin darbelerden, ekonomik krizlerden yaşamış gibi bahsetmesi saçma geldi. Sizin çeviriniz şu şekilde:
--- `sabah` ---
Haberde, Agos'un yakınlarında bir çaycıda oturan ermenilerin
görüşlerine yer verildi. Adını vermeyen 17 yaşındaki bir genç duygularını şöyle
anlattı: "Dink'in ölmesi bardağı taşıran son damla oldu. Bu ülkede daha kötü
zamanlar da gördüm; darbeler, ekonomik krizler, depremler. ama eğer yapabilirsem
burayı terk etmek istiyorum. Bu ülkede nefes alamıyorum. Herkes size düşman gibi
davranıyor."
--- `sabah` ---
ama orjinal ifade ise şu şekilde:
--- `reuters` ---
the owner of the tea house, who declined to give his name,
said he was horrified to learn dink's killer was an unemployed 17-year-old who
wanted to become a nationalist hero. the youth and his accomplices are now on
trial.
"this was the straw that broke the camel's back. i have seen the
darkest days of this country -- military coups, economic crises and earthquakes.
not once did i think about leaving. but this is too much. i would emigrate if i
could," he said.
--- `reuters` ---
Biraz özen gösterin kardeşim. Kahvecinin ifadelerini 17 yaşındaki çocuğa nasıl maledersiniz. Basit bir çeviri hatası gibi geliyor size di mi? Fakat bu çeviri hatası nelere yol açabilir diye düşünün lütfen. Zaten ince düşünmediğimiz için çok acı çektik. Biliyorsunuz değil mi?

Ek 1: `Bir yazardan gelen mesajı aynen ekliyorum: (Teşekkür ederim)
"Günaydın. Ben yazacaktım ama aynı haber olduğu için belki eklemek istersiniz diye düşündüm. Dikkat ettiyseniz Sabah gazetesinde "Etyen" değil "Etyem" yazıyor. Haberi hazırladıktan sonra son bir kez okuma ihtiyacı bile hissetmemişler."

Ek 2: Bir Ermeni asıllı vatandaşımızın ve aynı zamanda sözlük yazarının mesajı üzerine birşeyler daha eklemek istiyorum. Yukarıda belirttiğim fikirler belki de benim dar Ermeni arkadaş çevremde hissettiklerim. Arkadaşın mesajını okurken, Hrant Dink olayının Ermeniler üzerinde, aynı 99 depreminin toplumumuz üzerinde yarattığı etkiye benzer bir etki yarattığını hissettim. Verdiği örnekler haklı. Zaten şu ifadesi gerçekten durumun ciddiyetini gösteriyor:
"misal ben az önce günün başlıklarında ermeni yazdığını ve yanındaki entrylerin
giderek artığını görünce korktum. hem okuyabileceklerimden hem de bir şey olmuş
olabileceği fikrinden.
"önemli olan hepimizi insanımız olarak kabul etmek ve tüm insanlarımızdan da `toplumun mayası`nı oluşturan hususlarda aynı hassasiyetleri beklemek.

Mesut Barzani

Barzani: PKK'lıları teslim etmeyeceğiz. Kaynak
DOHA - Katar'ın El Cezire televizyonuna demeç veren bölgesel Kürt yönetimi başkanı Barzani, bedeli ne olursa olsun herhangi bir Kürt'ü bölge ülkelerinden birine teslim etmeyi reddettiklerini vurguladı. Barzani, terör örgütü PKK'nın, Türkiye'ye yönelik saldırıları için Kuzey Irak topraklarını kullanmasını izin vermeyeceğini, bunu yapması halinde örgütü bölgeden kovacağını da belirtti.

Türkiye'ye sorunu, Kürt-Türk sorununa dönüştürecek bir iş yapmaması çağrısı yapan Barzani, "Aksi halde büyük bir felaket doğar" dedi. Mesud Barzani, Kürtlerin haklarına vurguda bulundu ve Kürt-Kürt savaşına asla izin vermeyeceklerini söyledi.

Barzani, PKK'ye ait herhangi bir merkez ve karargahın Kuzey Irak'ta bulunmadığını, Kürt bölgesinin PKK ile Türkiye arasındaki sorunda taraf olmadığın da yineledi. Barzani Araplardan, Kürtlerin isteklerine destek olmalarını istedi.
Bugün yayınlanan demecini okuduktan sonra şu soruların sorulması gereken kişi:

1) "Barzani, terör örgütü PKK'nın, Türkiye'ye yönelik saldırıları için Kuzey Irak topraklarını kullanmasını izin vermeyeceğini, bunu yapması halinde örgütü bölgeden kovacağını da belirtti"
Soru: PKK, Türkiye'ye yönelik saldırıları için Kuzey Irak topraklarını kullanmaktadır. "bunu yapması halinde" ifadesi ne anlama geliyor? Zaten bunu yapıyorlar. Neden zaten olan bir şeyi "olmuyormuş gibi" göstermeye çalışıyorsunuz?

2) "Kürt-Kürt savaşına asla izin vermeyeceklerini söyledi"
Soru: Kürt ile Kürt savaşını talep eden yok. PKK'lılar teröristtir. Nasıl şu an Türk-Terörist mücadelesi vardır. Aynı şekilde Kürt-Terörist mücadelesi de olmalıdır ki Türk-Kürt barış içinde yaşayabilsin. Kuzey Irak'ta belli haklar kazanan Kürt Yönetimi, haklarını meşrulaştırmak için terörist örgütten uzaklaşmalı, destek vermemelidir.

3) "PKK'ye ait herhangi bir merkez ve karargahın Kuzey Irak'ta bulunmadığını"
Soru: Soru yok. Sadece Kuzey Irak'taki PKK kamplarını sayalım:
Kandil Dağı: Sınırdan 90 km. uzaklıkta. 3.500 metre. PKK'nın üslendiği vadi 1.300-1.500 metrede. Dağ daha çok eğitim üssü ve cephanelik olarak kullanılıyor. Çevrede PKK'ya destek veren 30 kadar köy var.
Harun Kampı: Bir siyasi eğitim okulu ve arşiv bürosu, mühimmat, yakıt ve gıda depoları, muhabere santralı var. Kamp yakın bir süre önce boşaltılarak bilinmeyen bir bölgeye taşındı.
Tang-i Shiwadiza: Siyasi eğitim yeri, gıda ve yakıt depoları bulunuyor.
Kenicenge Kampı: Siyasi eğitim yeri olarak kullanılıyor.
Bokrisan bölgesi: 30-40 militan bulunuyor. Askeri eğitim alınıyor bir nevi öncü birlik sayılıyor.
Enze Köyü: 60'a yakın ev var. Irak'ta seçime giren PKK’nın partisi Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi'nin ofisi konumunda.
Sarı-ı Sule Dağı: Dr. Viyan kod adlı teröristin kontrolünde bir hastane var.
Gırnako ve Pişteşan bölgeleri: İlk başta terör örgütü mensupları yoktu. Ancak son dönemlerde buraya uğradıkları belirtiliyor.
Zargali Köyü: Örgütün asayiş sorumlusu Hakkı kod adlı terörist bulunuyor. Asayişi sağlamakla yükümlü 30 terörist bulunuyor.
Kurtak Köyü: Kandil Dağı asayişine bağlı yol kontrol ekibi bulunuyor. Sayıları 15 ila 20 arasında değişen teröristler görev yapıyor. Bunların görevi en ufak şüpheli durumu veya kişiyi merkeze telsizle bildirmek.

4) "Barzani Araplardan, Kürtlerin isteklerine destek olmalarını istedi."
Soru: Amerikan askerlerinin ülkeyi işgali sırasında destek vermediğiniz Araplar'ın desteğini istemek ne kadar mantıklı?

Oeeeh fasa fiso işte!

ve şu haber ile yazıyı bitirelim:
İngiliz Gazeteciden Acı Tespit
İngiliz The Sunday Times gazetesi, terör örgütü PKK'nın yanında "İngilizler, Ruslar, Almanlar, Yunanlılar, iranlılar ve Arapların da yer aldığını" yazdı.

Kandil'e çıkan gazete muhabiri, "Dağa giderken Irak ordusunun kontrol noktalarında PKK'lı teröristlerin bulunduğu kamplara giden yolu bize neşe içinde tarif ettiler" diye yazdı.

İngiliz The Sunday Times gazetesi, Kandil'e çıkan muhabiri Hala Jaber'in izlenimlerini yansıttığı uzun haberinde "The Sunday Times, Kuzey Irak'ta terörist PKK ile birlikte Türk kuvvetleri ile çatışan yabancıların arasında Britanyalıların da bulunduğunu açıklayabilir" dedi.

Kandil Dağı'ndaki PKK'lılara dayanarak bazı Avrupalıların PKK ile güç birliğini yaptığını belirten gazete, "3 bin" kişiden oluşan PKK gücünde en az üç Britanyalı olduğu"nu belirterek şöyle devam etti:

"Diğerleri arasında Ruslar, Almanlar, Yunanlılar, İranlılar ve Araplar da var. PKK, hem Avrupa, hem de Amerika tarafından terörist bir örgüt olarak nitelendiriliyor."

"PKK'YA KARŞI EYLEMİN iŞARETİ YOK"

Jeep ile Kandil Dağı'na çıkan The Sunday Times muhabiri Jaber, "Türkiye'nin, Kuzey Irak'taki Kürt bölgesel yönetiminin PKK'yı kıskaç içine alması talebine karşın onlara yönelik herhangi bir eylemin işareti yoktu" diye yazdı.

Hala Jaber "Dağa giderken Irak ordusunun her kontrol noktasında geçmemiz yönünde işaret yaptılar ve bize PKK'lı teröristlerin bulunduğu kamplara giden yolu neşe içinde tarif ettiler" sözlerini de kullandı.

PKK'lılara yönelik ikmal yollarının da kesilmediğine dikkat çeken Jaber, Kandil'e çıkarken yolda gıda malzeme ile dolu birkaç aracı gördüklerini de anlattı

ABD Sadece İstihbarat Verecek

Haber: "ABD, terör örgütü PKK'ya karşı Türkiye'yle ortak askeri operasyonlarda bulunmak yerine sadece istihbarat vermekle yetinecek."

Yorum: Hiçbir işe yaramayacak istihbaratın ABD tarafından verilmesidir. Zira;
Sabah haber dinliyorum. NTV'de diyor ki "Türkiye ABD ve Irak'dan PKK'nın elebaşlarını istedi, ABD yerlerini bilmediğini söyledi". İngiliz The Sunday gazetesi muhabiri elebaşlarını eli ile koymuş gibi buldu dağda ve röportaj yaptı.

Haberden bir kesit:
"...ABD Devlet Başkanı George W. Bush'un bölgede yeni bir şiddet olayı görmek istemediğini ve..."

Yorum:
Senin şiddetin kötü, benimkisi iyi!


Bütün Kürtleri Kuzey Irak'a İhraç Etmek

Birkaç internet sitesinde gördüğüm ifade üzerine, hiç tarzım olmamasına rağmen ilk defa hakaret içeren sıfatlar kullanarak yazmak zorunda kaldığım için öncelikle özür dilerim.

Bölücü unsurlar içeren saçma önerme.
Bu ülkenin öncelikle Anayasası'na ardından da Kanunlarına saygı göstermek ve uymak herkesin görevi ve zorunluluğudur.
TC Anayasası
- MADDE 3. - Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.
Bölücülük suçunun cezası kanunla bellidir. Bu suçu işleyenle cezalandırılır. TC vatandaşlığından çıkartılma cezasının kimlere verileceği de kanunla belirlenmiştir.

Öncelikle kanunlara saygılı olmak gerekir.
Sonralıkla maşa olmamak gerekir.
"Milletini sev" dediğin adam "Onu bunu keselim, onun bunun kıçına tekme atalım" diyorsa o adam öküzün önde gidenidir. Vatan Sevgisi'ni dötünden anlamıştır.

Bu itibarla, milletimizin bir kısmını sınırdışı etmeyi düşünmek Anayasamızın 3. maddesine aykırıdır ve bölücülüktür.
(Götünüzden Tehcir Uydurmayın)

Kürtler - Türkler - Kürdistan

Tespit: Türkiye'de yaşayan Türk ve Kürtlerin ortak değerlerinden bir tanesi islamdır.

Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan Kürtler iki gruba ayrılmaktadır.
  1. TC devletini kabul edenler
  2. TC devletini kabul etmeyen, bağımsız bir kürt devleti kurmak isteyenler.
--------------------------------------------------------
  • TC Devletini Kabul edenler.
Bu kişiler genellikle İslam'a daha yakın insanlardır. Malatya ve Şanlıurfa Kürtleri çoğunluk olarak örnek gösterilebilir. (Mesela Malatya'nın Sözde Kürdistan sınırları içerisinde gösterilmesi Malatya'da büyük tepki çekti.)

Mesela teorimizi destekleyecek örnek bir yazı gösterirsek: Kaynak
Yazım Londra'da yazan yorumcuya..Sen başta Urfalı kürt halkına faydalı olmak istiyorsan. Londra'da ne işin var.! Bizim çektiğimiz acı sorunları seninde ortak olman gerekmez mı. Senin ne biz kürtlere. nede kendi akraba ve anne babana faydan var.Senin beynin yıkanmış sa. Biz ancak sana acırız. Geçti o eski kalıplaşmış laflar. Urfa halkının bu eski bayat laflara karnı toktur.Uyandı Urfa'lı ne Kürt nede Türk ve nede başka ırkçı bölücü deyimler..Dünya da ve Ahirete bize lasım olan İslamiyet şemsiyesi altında bütünleştik.. Urfa'ya istikrar geldi.İstikrar. İşte 2007 22.dönem milletvekili seçimleri. işte çıkardımız milletvekilleri. 11 milletvekilin 9 AKP 2'sı bağımsız.. Bu istikrar değilmi?. Boşuna nefesini tüketme.Bir kürt olarak başta ben. ve sonra Urfalı kürt halkı istikrarı yakaladık..Herkes işinde..herkes yardımlaşmakta.Herkeste bir hüzür var..
Ayrıca Malatya'dan son gelen haberlerde de 'Malatya otogarında Şehit olan Askerlerimiz için "iyi olmuş" diyenlerin tartaklanması ve yapılan gösteriler örnek olarak gösterilebilir. Kaynak

--------------------------------------------------------
  • TC devletini kabul etmeyen, bağımsız bir Kürt devleti kurmak isteyenler.
Bu grup ise direkt ve/veya dolaylı olarak bağımsız Kürt Devleti'ne sempati duymaktadırlar. Bu kişiler, aşırıya kaçıp PKK'ya katılanlardan tutun sadece sempati besleyenlere kadar geniş bir kitleyi içermektedir. Şırnak, Diyarbakır ve Hakkari illeri özellikle bu tarz kişilerin yoğun olduğu bölgelerdir.
İslam, Türkler ve Kürtler arasında ortak bir değer olduğu için bir de son dönemde bu paydayı bozmaya yönelik faaliyetler göze çarpmaktadır. Son dönemde Kürtler arasında Kitab-ı Mukaddes (İncil) ve Tevrat sıkça dağıtılmakta ve gizliden gizliye Kürtlerin dini inançlarını değiştirerek iki toplum arasındaki ortak payda da yıkılmaya çalışılmaktadır.

--------------------------------------------------------
  • Son olarak
Bu hareketlerin sonuçlarının ne olacağı şu an tam olarak kestirilemez ama;
  1. Zaten dil olarak dört farklı şiveye sahip [1.Kurmanci (Kırdasi), 2.Orta Kurmanci (Sorani), 3.Kırmancki (Kırdki, Zazaki-Gorani), 4.Lorani.] Kürtler din olarak da iki büyük dine (İslam ve Hristiyanlık ayrılabilir. (Not: Türkiye'de sadece Kurmanci ve Zazaki lehçeleri vardır.)
  2. Türkler, Kürtler, Ermeniler ve Yunanlılar Osmanlı İmparatorluğu döneminde birlikte yaşamışlardır. 1915 yılında bağımsızlık umudu verilen Ermeniler'in başlattıkları olaylar iki halk arasına 'kan davası' sokmuştur. Bu tarihten sonra ne tür gelişme olursa olsun toplumların hafızasından bu olayların silinmeyeceği aşikardır. Aynı şekilde Anadolu'nun Yunan işgaline uğraması ve Yunan İşgali sırasında yaşanan olaylar da Türk ve Yunan halkları arasına 'kan davası' sokmuştur. Bu saatten sonra ne kadar dostluk adımları atılırsa atılsın 'kan' hafızalardan çıkmayacaktır. İşte bu olaylara benzer şekilde şu an Kürtler için yaratılan Amerikan soslu 'bağımsızlık, özgürlük, freedom' havası da iki toplum arasına kan davası sokmaktan başka bir amaç gütmemektedir. Ola ki Amerika'nın çıkarı kalmaz ve bölgeden giderse elimizde sadece birbirinin kanını döken iki toplum olacaktır. Önemli olan kavga ederek değil, başkalarının gelecekle ilgili yaptıkları planları iyi analiz ederek hareket etmektir.

Şose Yol

Şose: Bir tür yol. Silindirle düzlenmiş küçük taşlardan oluşan yoldur. Neredeyse Anadolu'daki tüm köylerin ana yolla bağlantısını oluşturan yoldur.

1990 öncesi yapılışı: Karayollarına ait araçlar köye gelir. Bir kilometre şose yol yapmak için gelmişlerdir. Köyün bostanlarında takılırlar. Varsa ırmak-göl de çimerler. Bir ay sonra işin bitmesine iki gün kala önce ortalama iki santim büyüklüğünde mavimsi taşlardan yola dökerler. Sonra üzerine ince kum dökerler (tabi bunlar sağa sola tarlaya saçılarak olur) sonra silindirle üzerinden geçerler ve köyü terkedip giderler. Zaten yaptıkları yol da kırk ikindi yağmurları ile dağılır gider.

1990-2000 yapılışı: 1990'dan önce yapılan şose yol gene aynı şekilde yapılır, üzerine bir hafta süren ama son gün yapılan zift dökme işlemi uygulanır. Sonra köylü çocuklar gelip sıcak zift göllerine ayakkabılarının tabanını batırarak bir nevi ayakkabıyı bir sene daha giyerler. Delikler kapanır.

2000 sonrası yapılışı: Özel sektör gelir. Belirtilen nitelikte asfaltı bir günde döker. Silindirle ezer gider. Şose devri kapanır asfalt devri başlar.

Not: Tarihler bölgelere ve illere göre değişmektedir. 2007 yılında bile şose yolu olmayan yerleşkeler mevcuttur.

Kandil Dağı'nda Patlama

Hürriyet Gazetesi Haberi: (link)
PKK'nın Avrupa'daki para trafiğini yöneten Rıza Altun'un da katıldığı Kandil Dağı'nda düzenlenen toplantıda, bir terörist üzerindeki bombayı patlattı. Patlamada, saldırıyı gerçekleştiren terörist ile örgütün üst düzey sorumlusu 4 kişi öldü. Toplantıda bulunan Rıza Altun'un, patlamada yara alıp almadığı öğrenilemedi.
Şimdi olası bir senaryo üzerine diyalog yazalım. Anlayan anlar.

- Evet sevgili arkadaşlar. Bugün burada toplanmamızın sebebi gene Türkiye'yi bölmeye çalışmak.
- Şak şak yaşa varol

.... O sırada toplantı yapılan yerin hemen yanında ....

- La bunlar da konuşuyor konuşuyor ama biz askere kurşun sıkıyoruz.
- He vallah
- Boşver bunları konuşsunlar, sen al şu sandıkları da bana yardım et.
- He vallah
- Ya benim kafam karıştı, dünyanın her yerinden askeri mühimmat geliyor. Her biri kendi dilinde yazıyor.
- He vallah
- Bu dün gelen bombaların düğmelerinin üzerinde yazanları da hiç çözemedim.
- He vallah
- Ya şimdi köyümde kendi toprağımda olmak vardı. Anamın, gardaşımın yanında.
- He vallah
- Burda ne yazıyor "daaaannnngeeeerr dooooont bush"
- He vallah
- Du bakalım nasıl çalışıyor bu bomba
- He val...... dur yapm...

- boom -

Aysel

1988 yılında televizyon (-ki tek kanal TRT) izleyebilecek kadar büyüyebilmiş herkesin aklından çıkmayan isimdir Aysel.
Aysel, Türk kızıdır. Ailesi bir şekilde kaçıp Türkiye'ye, Anavatana dönmüştür fakat kızımız Bulgaristan'da kalmıştır.
O dönemler soydaşlarımızın binbir güçlükle Bulgaristan'dan kaçtığı dönemlerdir. O dönemler Naim Süleymanoğlu'nun manevi babası Turgut Özal tarafından Türkiye'ye kaçırıldığı dönemdir. O dönemler hepimizin Aysel için üzüldüğü ve gözyaşı döktüğü dönemlerdi. Turgut Özal'ın sayesinde Aysel ailesine kavuştuğunda sevinçten nasıl ağladığımı hatırladıkça göğsüm kabarıp gözyaşlarıma hakim olamıyorum.

Washington Büyükelçisinin Geri Çağrılması

Sabah Gazetesi Haberi:(link)
----
Şensoy'un ABD'nin tutumuna karşı Ankara'ya istişareler için çağrıldığı dün Dışişleri Müsteşarı Ertuğrul Apakan tarafından ABD Büyükelçisi Ross Wilson'a iletildi.
----
ABD Temsilciler Meclisi Dış İşleri Komitesi'nde sözde Ermeni soykırımının kabul edilmesinin ardından Ankara tepkisini göstermek amacıyla Washington Büyükelçisini geri çağırdı.
Sorun aslında Türk ekonomisinin kuvvetli olmamasından kaynaklanıyor.
Sonuçta eğer ekonominiz kuvvetli ise, atom bombası da atsanız kimse gıkını çıkartıp soykırım yaptın diyemez. Gerisi küçük satranç hamleleri işte...

Ahmet Yesevi Üniversitesi

  • Bir vesile ile bir ay önce öğrencilerinin mezuniyet törenine katıldığım okul.
  • Bünyesinde Kazak, Kırgız, Türkmen, Uygur ve unuttuğumuz bir çok Türk'ü barındıran aynı zamanda Rus asıllı Kazak kardeşlerin de okuduğu okul.
  • Millet olarak ağabeyleri olmamız gerekirken gereken ilgiyi göstermediğimiz milletlerin çocuklarını yetiştiren okul.
  • Sovyet asimilasyonu ile bir çok değerlerini kaybetmelerine rağmen, ben yaşça büyük olduğum için saygı gösterip, beni tanımasalar bile yanımda sigara içmeyen öğrencilerin oluşturduğu okul.
  • Atamın dedemin bana emaneti olan çocuklara ülkemde sahip çıkan okul.
  • Bir Kazak öğrencinin gitarı ile "anaşım sağındım" (annemi özledim) şarkısını söylerken gözyaşlarıma hakim olamadığım öğrencileri yetiştiren okul.

Çok zor değil, sadece yüzümüzü batıdan biraz da olsa doğudaki karındaşlara çevirmek. Onlara sahip çıkmak, abileri olmak. Geçmişte nice kardeş dediklerimizin arkamızdan iş çevirmesi ile sonuçlanan tarihi az da olsa hepimiz biliyoruz. Ne olur yüzümüzü kardeş değil de karındaşlara çevirsek?

Hepimiz Şehidiz!

15 fidan kırıldı...
Terör belası dün vatandaşımın, bugün 15 tane fidanımın canına kıydı.
Bak, oku ne yazıyor:
"Piyade onbaşı Fettullah Selçuk, memleketi Diyarbakır'ın Sati Köyü'nde dün düzenlenen törenle son yolculuğuna uğurlandı. Törende şehidin acılı annesi ve kız kardeşi Kürtçe ağıtlar yaktı. Terhisine 4 ay kala şehit olan Selçuk'un ağabeyi ibrahim Selçuk, tabuta sarılarak gözyaşı döktü."
O benim canım ciğerim. O benim şehidim.
O ana benim anam, O kardeş benim bacım.
Onunla birlikte ben de şehidim.
Bu söz bu terör belasına karşı "herkesin" tek bir ağızdan, gür ve dimdik söylemesi gereken sözdür.
"Hepimiz Şehidiz!"
Hadi?

Yazamıyorum...
15 fidan kırıldı...

Gül'ü İstemeyen Vatandaşlıktan Çıksın

Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı olmasını istemeyen Bekir Coşkun'a yönelik olarak sarfettiği cümledir.

Başarılı olacak bir söylemdir. Halk bu sözün arkasında duracaktır.
Bu yazı sözlerin doğruluğu ile ilgili değil Yönetim Sanatı ile ilgilidir. Lütfen sonuna kadar okuyun.
Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan ve Bekir Coşkun ile ilgili görüşlerim farklı farklı. Fakat bu söylemde dikkat edilmesi gereken bir husus var.

Bu söylem bir sosyal tespitin tezahürüdür.
Günümüz Türkiye'sinde mevcut halkı tanıyan bir kişinin yönetim anlayışı açısından başarılı olduğunu gösterir.
(Buradaki 'başarılı' tanımlaması, 'gerçek anlamda başarılı olma' anlamında değil, toplumu yönlendirme ve oy alma anlamında kullanılmıştır.)

Amiyane Tabirler
Mesela herhangibir insan, birisi ile tartışırken o kişiye karşı bu tarz ifadeler kullanır.
- Otobüse binip eften piften bir konuda (bize göre eften püften) şikayet eden birisine: "beğenmeyen taksiye binsin" denir.
- Yönetimi eleştiren futbolcuya "beğenmeyen başka takıma gitsin" denir.
- Evde, işte eleştirinin dozunu artırırsanız "beğenmezsen kapı orada" denir.
v.s.
Bu örneklerden çıkan sonuç: Halkın sıkça kullandığı bir konuşma tarzıdır.

Maço Tavırlar
Bunun dışında halkın sosyal yapısına baktığınızda özellikle 'Televole Kültürü' diye adlandırılan olayların, beyanların tuttuğunu görürsünüz. Gelin-kaynana, yarışma-jüri, popstarların atışmaları v.s. ne kadar ilgi çektiğini düşünün. Bir yarışma programındaki saçma sapan bir konuda yapılan ve saatlerce süren tartışma programlarını ağzı açık izleyen insanımızı düşünün. Hadi kendinizi toplumdan dışlamayın bazen kanal değiştirirken bile takılabildiğimizi düşünün.
Buradan çıkacak sonuç da şudur: Halkımız polemiği sevmektedir. Hele ki polemikte birisi oyunun kurallarının dışına çıkıp daha bir erkeksi ve maço tavırlar sergiliyorsa daha da çok sevmektedir.

- Bir örnek olarak Erman Toroğlu'nu düşünün. Ne kadar eleştirilirse eleştirilsin Erman hoca olayın farkına varmıştır. Halkın ağzı ile maço beyanlar vermektedir. Kitlelere de kendisini kabul ettirmiştir.
(Türkiye sadece internet ortamı ya da belki de bu yazıyı okuyanların takıldığı entelektüel ortamlar değildir. Arasıra kahvehanelere veya mesela oto sanayi sitesine gidip nabız yoklamak lazım.)

- Son bir örnek olarak internet forum kullanıcılarını ya da web sözlük yazarlarını düşünün. Halkın ağzı ile ve maço tavırlar ile yazan yazarlar çok tutuluyor.

Sonuç
Buraya kadar anlatılanlardan çıkan sonuç şudur: Sayın Başbakan, halkın ağzından konuşarak ve halkın genelinin sevdiği maço tavırlar sergileyerek yönetim açısından gene başarılı bir hareket yapmıştır.
Sanılmasın ki bu söylem ona oy kaybettirir? Kesinlikle oy kazandırır.

Hipotezimi desteklemek için futbol kulüplerinden örnek vereceğim. (Ben de halkın ağzından yazayım) Galatasaray taraftarı yıllardır Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım karakterinde bir başkana sahip olmak istemiyor mu?
Galatasaray taraftarının böyle düşünmesinin sebebi ise uysal karakterli, federasyona kafa tutmayan mevcut başkanlarının (Özhan Canaydın) yerine, polemiğe giren, Galatasaray'ın haklarını savunan, mücadele eden bir başkana sahip olmak istemeleridir. Yani buradan şu sonuç çıkıyor: Kafa tutan, polemiğe giren halk tarafından "hakkımızı savunuyor" olarak değerlendirilmektedir.

Bu ülkede kavga eden kazanır. Genç olan, dinamik olan, polemiğe giren kazanır. Aha bu da benim sosyal tespitimdir.

Yorum:
Sayın Başbakanın söyledikleri ile ilgili yorum:
"Kimsenin kimseyi bu ülkeden kovmaya hakkı yoktur. Böyle bir söylem kabul edilemez."

Neyzen Tevfik'in söylemlerini pek sevmem fakat aşağıdaki söylemi mevcut olayla örtüşüyor.
"Türk milleti gariptir. Her bir lafi kaldirmaz. İbne dersin kızar da sksen onu aldırmaz."

Tespitimi desteklemek için görsel bir örnek:

3G ve Türkiye

3g teknolojisinin en büyük katkısı 3 alanda olacak;
(i) Cep telefonundan görüntülü konuşma,
(ii) Cep telefonundan tv yayınlarını izleyebilme ve
(iii) Yüksek hızda internet

Geçtiğimiz günlerde lisans sözleşmesi yapıldı ve tek teklif veren Turkcell lisans aldı. İhale kabaca 3-6 içinde 'tamamen' kesinleşecek.
2 Ekim 2007 tarihinde Bilişim Fuarı'nda Turkcell bu hizmeti vermeye başlayacak. Kesin olmamakla birlikte de kısa süre içinde tüm Türkiye'ye yavaş yavaş da olsa yayılacak. Henüz tarifesi ile ilgili açıklamalar yapılmadı fakat şu an 3g piyasası monopol piyasası olduğu için, fiyatı tahminen yüksek olacak.
Biraz da yorum katarsak Turkcell yakaladığı zaman sömürmeyi sevdiği için -benim gibi- her bir yeni teknolojik şeyi deneyen aklı evvellerden yağ çıkartacak.

Benim takıldığım esas nokta ise bu yeni teknoloji ile tanışan canım memleketim insanı ne tür ilginç başarılara imza atacak?
Artık etrafımızı "abi dün msn de karı soydum" diye böbürlenerek anlatanlar yerine "abi dün 3g de karı soydum" diye anlatanlar mı sarar bilinmez.
Hele ki kopya çekme tekniklerine 3g teknolojisinin yapacağı katkı gözardı edilemez.
Karısını aldatmak için yanında arkaplan resim mi taşıyan dersin yoksa bunu otomatik yapan video yazılımı yapan Türk programcısı mı dersin ne ararsan olacak. Canım türkiyem. Aha buraya yazıyorum daha neler neler olacak bak gör sen...


Toplu Taşıma

Bu sabah çektiğim fotoğraf sabahları özellikle istanbul'da yaşayan vatandaşlarımızın toplu taşımada ne tür işkenceler çektiklerini ifade etmektedir.
Benim bu binemediğim 3. dolu otobüstü.
4. otobüste çok afedersiniz dötüm sığacak kadar yer vardı da işe gidebildim. (Resmi daha büyük boyutta görmek için üzerine tıklayın)

Efendiler,

Yöneticilik öyle insanlara bas bas "Toplu taşıma araçlarına binin. Trafiği azaltın..." şeklinde söylemlerde bulunmakla olmuyor.. Mevcut durum dikkate alındığında, insanların özel araçları ile trafiğe çıkmaları akıllıca çünkü toplu taşıma araçlarında yer yok! tekrar yazıyorum. "Toplu taşıma araçlarında yer yok!"

Bir kaç sorum olacak:
- İnsanlar o toplu taşıma araçlarında ne işkenceler çekiyor biliyor musunuz?
- Ne idüğünü bir türlü anlayamadığım şerefsiz haysiyetsizler tarafından bayanlara bulunulan cinsel tacizden haberiniz var mı? (Erkeklere bile cinsel tacizde bulunuluyor)
- Sizin hiç mi bir bayan yakınınız yok otobüse binen?
- Otobüsle okula giden liseli bir kızınız da mı yok? ya da eşiniz hiç binmez mi otobüse?
- Akrabalarınızdan hiç cüzdanını ya da cep telefonunu çaldıran olmadı mı?
- Siz hiç takım elbisenizin içinde, pis ter kokuları soluyarak, tek elinizle zorla bir yerlere tutunarak, etrafınızdaki insanlığın vücut sıcaklığını özümseyerek, arka kapıdan binenlerin uzattıkları akbili ön kapıya doğru ilettiniz mi?
- Arada yere düşen akbili almaya çalıştınız mı? Ani frenlerde bir abinin bıyıklarını ağzınızda hissettiniz mi?
- Ya da eşinizle birlikte turist kılığına girip, "Lan bu gavurların hiç kıskanması yok ha, yanında karıyı götürüyom bana mısın demiyo" diye düşünen tiplerin olduğu bir tramvay vagonuna binmeyi denediniz mi?

Örnekleri çoğaltayım mı? Ne gerek var? Siz bir gün sabah işe toplu taşıma araçları ile gidin, akşam da geri dönün. İnsanların neler yaşadıklarını anlayacaksınız.

Sivas

Burası sivas gülüm,
Günü gününden kara.
Bir sana hasretim,
Bir de gelmeyen bahara.
mısralarını ezbere bildiğimiz,
"Soğuğa sormuşlar: 'nerelisin?' diye,
Erzurum'luyum ama Sivas'ta oturuyorum."
sözlerini ilk duyduğumuzda şaşırdığımız ama dilimiz demire ya da ayakkabılarımız kuru asfalta yapıştığı eksi otuz'u görüp "hakkatmış la" dediğimiz,

İlk minibüse bindiğimizde, para üstü veren minibüs şoförünün yürekten söylenen "al gardaş" sözünü duyunca şaşırıp, okul bitip dönerken gardaşlara sarılıp ağladığımız,

İlk yıl 'anadolu gören masum istanbullu' olarak çarşısında gezip kahvaltı yapmak için saatlerce börekçi arayıp bulamadığımızda "aa ne kadar küçük bu şehir" diye dalga geçtiğimiz ama son yıl "ben istanbul'a dönmem arkadaş" dediğimiz,

Soluk benzimize kıpkırmızı yanaklar veren, etli ekmeğinin, gevrek simidinin burnumuzda tüttüğü,

Arkadaşımızı aradığımızda annesinin "çarşıya çıktı" demesini müteakip, zaten çarşıya inersen, çarşıdaki arkadaşınla mutlaka karşılaşacağın için lafı uzatmayıp telefonu kapattığımız,

2000 yılına kadar bir tek sineması olduğu ve haftada sadece bir film geldiği için cümbür cemaat herkesin aynı filmi izlediği ve bir hafta aynı filmi konuştuğu,

İlk anda gardaşlık, üniversite, açlık, pejmurdelik, siyaset, etli ekmek, çifte minare, çerkez'in kahve, mis kebap, kümbet, terminal, terminalden sigara almaya gitmek, istasyon caddesi, hakan pastanesi, bosna hersek parkı, köy, tarla, patos, kör kösnü, traktör, kızılırmak, tödürge gölü, zara, hafik, bal, et, süt, avuz ile ilgili karelerin film şeridi gibi gözümün önünden aktığı ve ömrümün en güzel 4 yılını geçirdiğim, nasipse ileride de miyadımı doldurmaya heves ettiğim öz hakiki yiğido şehridir.

Ermeni Soykırımı


Bizim Köy
1900 yılına kadar savaşlarda yapılanlar soykırım olarak adlandırılmaz iken 1900 yılından sonra savaş esnasında yapılanlar soykırım olarak adlandırılmaya başlamıştır. yoksa roma, mısır, hülagü han, cengiz han, britanya, fransa ... soykırım yapmamış mıdır? dünyadaki tüm devletlerin bu konuda elleri kirlidir. tarihi incelediğinizde 1900 yılına kadar sürekli şu ifadeyi okursunuz "hepsini kılıçtan geçirdiler". Voyvoda'nın hikayesini de incelemekte fayda vardır. bir ara araştırmak gerekir. neden bu adama "kazıklı" lakabının takıldığını. geçelim...

osmanlı son döneminde, ayrılıkçı faaliyetlerde ve eylemlerde bulunan ermenileri haklı olarak tehcire (zorunlu yer değiştirme) zorlamıştır. bunu osmanlı değil dünyadaki tüm devletler yapmıştır. ayrılıkçı unsurlar ya sınırdışı edilir ya da yoğunlukları azaltılmak için farklı bölgelere tehcir ettirilir. bu tehcir eylemleri de durduk yere yapılmamıştır. hadi hurra ermeni vatandaşları burdan alıp şuraya taşıyalım da denilmemiştir. toplum düzeninin bozulması ve terörist eylemler sonucu böyle bir karar alınmıştır. Osman Pamukoğlu''nun bir röportajını izlerken şu tespitine hak verdim:

- "doğuda patlayan mayınları biliyorsunuz. hiç bir traktöre ya da yöre halkından bir aracın pusuya düştüğünü gördünüz mü? hep de uzaktan kumanda ile askeri araçlara yapılır bu eylemler. bunun menzili de taş çatlasın 100 metredir. yani bunu yapan kişi yerel halktan destek almaktadır. yerel halkı yanınıza alamadığınız sürece de terörü bitiremezsiniz."

osmanlının son döneminde doğuda ayrılıkçı terör vardır. bölücü eylemleri yapanlar eylemden sonra köylerinde 'masum köylü' şekline dönüşerek yakalanamamakta ve ayrılıkçılar yakalanamamaktadır. bu durumda devletin tehcir kararı alması kaçınılmazdır. zira "bağımsızlık" umudu ermeni asıllı vatandaşları sarmıştır ve devlet o sırada birinci dünya savaşındadır. yerel halkı yanınıza alma imkanınız kalmamışsa ya soykırım yaparsınız ya da göç ettirirsiniz. başka seçeneğiniz yoktur.
osmanlı, göç ettirme seçeneğini seçmiştir. bu göç sırasında ölümler yaşanmıştır çünkü insanları topraklarından alıp başka bir yere götürmek zordur. direniş yaşanmıştır ve direnişler sırasındaki çatışmalarda ölümler gerçekleşmiştir.
soykırım yoktur. zorunlu göç vardır. bunun da gerekçeleri yukarıda özetlenmiştir. geçelim...

hiç bir gerekçe soykırımı haklı hale getiremez.
mantık olarak soykırımı kabul ettirmek isteyenin soykırıma karşı olması gerekir.
"siz bize soykırım yaptınız biz de size yapabiliriz" düşüncesi mantıkla bağdaşmaz.
soykırıma karşı olan dünyanın her yerindeki soykırıma karşı olur.

müşkinaz ehmdeova'nın hikayesini okuyalım. (farklı kaynaklardan alıntı yaptım)

25 -26 sına keçen gece fevral 1992-ci : 'hocalı faciesi'
her terefden ermeni faşistleri hocalı'yı muhasaraya almışdılar. 26 fevral (şubat) 1992-ci ilde heyat yoldaşım (eşim) polis serjantı yelmar naib oğlu döyüşde şehid oldu. 17 nefer (kişiden oluşan) aile üzvlerimden (üyelerinden) bazıları şehid bazıları itkin (kayıp) düşdü. men balaca (ufacık) salatın'ı (18 aylıq körpe idi) küreyime (sırtıma) bağlayıb meşeye (ormana) kaçdım. meşede dörd gün ac-susuz, kar'ın içinde yol getmeye başladıq. biz qarqar çayını keçerken ayaqlarımız islandı, ayaqqabılarımızı ise su apardı (götürdü). daha sonra bizim kimi, ermeni basqınından qaçan hocalılarla birleşdik. meşede (ormanda) ermeniler bize aman vermirdiler. her tarafdan gülle, partlayış ve insan feryadlarının sesleri eşidilirdi. salatın sengimek (dinmek, durmak) bilmeyen partlayış seslerinden diksinerek ağlamağa başladı. ermeniler çok yakında idiler. sesi eşidib bizi esir ede bilerdiler. yanımızda iki yüze yahın hocalı sakini var idi. hamısı (hepsi) vahime (kaygı) içinde yüzüme bahırdı. her şey gün kimi aydın idi. ya salatın'ın sesini kesmeli idim ya da , hamımızı (hepimizi) öldürecekdiler. salatın'ın ağzına ne qeder kar , buz verdimse uşah (çocuk) sesini kesmedi. 200 nefer adamın hayatı menden asılı idi (bana bağlı idi). başka çarem galmadı... mecbur olub 200 neferi hilas etmek (kurtarmak) üçün öz balamı boğub öldürdüm. amma meyitini (ölüsünü) atmadım daha doğrusu ata bilmedim. meşede yol gederken uşağın ayaqları açılarken onu üstünü örtürdüm. daha sonra içimden güclü yanğı hissi duydum (içim yanıyordu). ne kadar kar yedimse yanğım yatmadı (hararetim sönmedi). aydın adlı yaşlı bir neferden (kişiden) meni güllelemesini hahiş etdim (kurşunlamasını rica ettim). çünki artık yol gede bilmirdim. aydın dayı mene : "kızım , balam bu hadiseden sonra men balamı öldürerem amma seni yoh" dedi.

özetle: osmanlı devleti ermeni vatandaşları üzerinde bir soykırım uygulamamıştır. bölücü terör eylemlerinin artması üzerine ve bu kişilerin köylerde saklanması ve köylüleri yanına alamaması sebebiyle yoğunluklarını azaltmak amacıyla göç ettirmiştir. bu iddianın en büyük destekçisi ermeni diasporasının (yurt dışındaki ermeniler) diri kalma, birlikte olma ve yaşama sebebi 'türk düşmanlığı ve sözde soykırım iddiaları'dır. ermeni diasporasının sesinin bu kadar gür çıkmasının sebebi de dünya siyasetine yön veren ülkelerin çıkarıdır. türkiye cumhuriyeti güçlü olduğu zaman bu sesler kısılır. daha doğrusu seslerin çıkmasına izin verilmez. olay gene bizde bitiyor.

Osmanlı'nın Çöküşü

Herkesin Osmanlı Tarihi ile ilgili bildiği ya da duyduğu "Kanuni Sultan Süleyman ile en yüksek sınırlarına ve seviyesine ulaşıp, duraklama ve çöküşe geçmesi" görüşüne sonuna kadar katılmakla birlikte bir noktaya temas etmek istiyorum.
Belki yazacaklarım misojinist bir ağızdan yazılıyor olarak algılanabilir fakat bu tespitimde 'kadın düşmanı' olduğum düşünülmesin.

Kanuni Sultan Süleyman'a kadar Osmanlı şehzadeleri, anadolu'da, başlarındaki lalalar ile büyütülürdü. Şehzadeler anadolu şehirlerinden birinde yöneticilik görevi yaparlardı. Kanuni'den itibaren şehzadeler sarayda yetiştirilmeye ve yaşamaya başladılar.

Burası çok önemli. gözlerinizi kapatın ve şunu düşünün: herşeyi aynı iki öğrenciyi ele alalım. Ailesinin yanında üniversite okuyan bir öğrenci ile ailesinden çok uzakta tek başına okuyan bir öğrencinin hayat deneyimi aynı olabilir mi? sanırım bu soruya vereceğiniz cevap şehzadelerin sarayda yetiştirilmesi ile ilgili bir fikir verecektir.

Devam edelim. Sarayda yetiştirilen şehzadeler harem içinde, kadınların etki alanı içinde yaşıyorlardı. Haremi cinsellik olarak düşünmeyin. Padişahın her karısı kendi çocuklarını saltanata hazırlıyor ve boğdurulmasından endişe ettiği için korku içinde büyütüyordu. Çünkü çocuğunun ölmesini istememesi baş etken olmakla birlikte aynı şekilde çocuğu ona bir statü veriyordu.

Burası daha da önemli. Gözlerinizi kapatın ve tekrar düşünün: Gene aynı iki öğrenciyi alalım. Bir tanesi annesinin dizinin dibinde, müthiş ilgi ile büyütülüyor ve dolayısıyla çevresinde kadın çok olan her erkeğin yaptığı gibi kadınsı huylar (yönetici olan her kadının sahip olduğu) kapıyor. Diğer erkek annesinden uzakta erkek arkadaşları ile yaşama savaşı veriyor. Okuldaki notları boşverin. Hangisi daha bir erkek olur? Hangisi daha çok hayatı bilir? Hangisi iyi bir koca olur? Hangisi iyi bir yönetici olur?

Erkeği, eğer yönetici olacaksa, belli bir yaştan sonra evinden uzaklaştırıp erkekler içinde büyütmek gerekir. Bu devlet yönetiminde bin yıllık eski bir gelenektir.

Ehliyet

Ağustos 2007 itibariyle almak için katlanılan maliyet:

- 250 YTL Kurs (en ucuzu)
- 40 ytl sağlık raporu
- 20 ytl fotoğraf (11 tane- 8 kurs + 3 sağlık raporu için)
- 5 ytl kitap
- 3 ytl muhtara (ikametgah senedi)
- 3 ytl adliyeye (sabıka kaydı)
- 30 ytl yazılı sınav harcı
- 30 ytl direksiyon sınavı harcı
- 13 ytl notere diploma örneği için (aslı veremezsin ya)
- 220 ytl sürücü belgesi için emniyete ödenen
---
614 ytl toplam harcanan

Tespitler ve Yorumlar:

- Gözlerim 1 derece miyop, 0,25 astigmat ama gözlüksüz bir şekilde muayeneye gittim ve tek bir doktor bir odada yaklaşık 3 dakikada muayene etti ve sanırım heyet raporu aldım.
- Kursta hiçbir derse katılmadım. Sadece kitabı iki gün okudum. Yazılı sınavlardan 97-93-96 aldım. Ultrasonic zeki değilim fakat sanırım o sınavdan kalmak için. Neyse ukalalığı uzatmayayım. Sınavdan kalan vardır belki ayıp olmasın.
- Direksiyon dersleri toplam 8 saatti. Sadece 1 saat katıldım. O da sınav yapılacak yer olan sütlüceye götürdü hoca. Sınavın yapıldığı yolda araç kullandım. Sınavda hesapta kalabalık(!) sebebiyle sadece 100 metre araba kullandım. Elli metre düz gittim ikinci viteste. U dönüşü yaptım ve elli metre de diğer yönden geldim. Bu arada aracın üzerinde sürücü kursu aracı yazmasına rağmen sol şeritte -çok afedersiniz- dötümün dibine kadar girip yol ver diye havalı kornasını çalan kamyoncu şerepsisine de burdan selam gönderiyorum. Neyse sınavdan 100 almışım. Tek yaptığım, ehliyet sınavına giren herkese verilen akılları dinledim ve uyguladım. İşte binince aynaları koltuğu ayarla. Geri giderken kolunu at v.s. geyikleri işte. Rolümü oynadım.

Bu yazıyı yazmamın sebebi olan diyalog:
- Lan bir sürü para gitti ehliyet için.
- "Abi herkes ehliyet almasın" diye yükseltiyorlar maliyetini.
- Yahu ne alakası var? Afedersin devlet ve özel sektörün tüm kurumları, ehliyet alacağım dediğim için ırzıma geçti. Bunun 'millet az alsın' ile ne alakası var? Millet az alsın istiyorsan:
  • Sağlık muayenesini daha sıkı yaparsın. Arada anatomik olarak müsait olmayanlara vermezsin. Mesela psikolojik olarak sağlam bir muayeneye sokarsın. (Eskiden muayenede doktor küfür ederdi. Sinirlenip sinirlenmediğini ölçmek için) Sinir hastaları manyaklara ehliyet vermezsin. Onlar da trafikte tartıştıklarını öldürüp boğaza atmazlar.)
  • Sınavları zorlaştırırsın. Trafik hakkında bilgisi olmayanlara ehliyet vermezsin.
  • Direksiyon sınavlarını kişi başı 2 dakika değil 15 dakika yaparsın. Tüm sınav 1 saatte bitmez de 4-5 saat sürer. Böylece hem uygun olmayanları daha iyi tespit edersin hem de her öğrenciden aldığın 30 ytl nin karşılığını verirsin. Yokuşta arabayı kaydırıyor muyum? Bunu sınav yapan kamu görevlileri bilmiyor. Açıkçası ben de bilmiyorum. Trafiğe çıkıp öğreneceğiz. Artık trafiğe ve araba kullanmayı kendi kendime öğreneceğim. Hem de trafikte!
  • Muhtarlık, savcılık, özel hastahane, noter, milli eğitim öptü beni. Kursa bir şey demiyorum. Gerçi ben gitmedim ama verdiğim paranın karşılığı olarak 1 ay ders vardı kursta. Ayrıca direksiyon dersleri de dahildi. Ama diğerlerine niye para verdim hala anlayabilmiş değilim.
  • Son olarak zurnanın zırt dediği yer. Bir kaç gün sonra 220 ytl emniyete ödeyerek ehliyetimi alacağım. Ben 250 ytl vereceğim onlar da bana bir plastik kart verecekler!
Kanunlar burada yazımı bitirmemi emrediyor. Yoksa buraya yazacaklarım ... Neyse anlayan anladı.

Şimdi kursu tamamlayıp sertifikayı aldıktan sonra yaşananları aktaralım:

Tarih: Eylül 2007
Yer: Fatih Trafik Tescil Şube Müdürlüğü

-- Adres --
Vatan Caddesi'nde Aksaray'dan yukarı doğru gidilir. Emniyet amirliği geçildikten sonra sağda Fatih Kaymakamlığı ve Adliyesi yer alan kahverengi bir bina vardır. Binaya girerken kapıdaki görevli memura soru sormayın. Çok meşgul olduğu için bazen şakacıktan sinirlenebiliyor. Siz binaya girer girmez sağdaki 10 basamaktan yukarı çıkın ve sol tarafta kalan Trafik Tescil Şube Müdürlüğü koridoruna girin. Uzun koridorun sonunda sağ tarafta işlem yapılıyor. Tam karşıdaki oda da veznenin bulunduğu yer.

-- Numara Alma --
Sabah en geç saat 07:00 de orada bulunun en dış kapıdaki polis memuruna isminizi yazdırmanız gerekir. 06:30 ile 07:10 arasında gelenler ilk 10 numarayı alabilirler. İlk 10'a girmek önemli çünkü saat 08:00 de açılan şube saat 10:00 da ilk 10 kişinin işlemini bitirebiliyor. Görevli memura "burada nerede pastahane var" gibi saçma sapan sorular sormayın. Numaranızı aldıktan sonra yürümeye başlayın, illaki bir pastahaneye rastlarsınız. "Koskoca İstanbul'da pastahane mi sorulur? !!!"

-- Vezneye Para Ödeme --
Saat 08:30 da şubenin tam karşısında olun ve hemen karşı odadaki vezneye 177,50 YTL yatırın. Bu parayı neden ödediğimi sordum ama tatmin edici bir cevap alamadım. Verilen makbuz üzerinde de neden ödendiği yazmıyor. Ama bu parayı ödemeden de ehliyet alamıyorsunuz. Sanırım bir tür bağış (!). Veznedeki amcaya dikkat edin ve eğer 180,00 YTL verdiyseniz para üstü olan 2,50 YTL yi mutlaka isteyin. Çünkü amca unutabiliyor (!)
Vezne odasından çıkmayın ve veznenin hemen yanındaki masadan 3 YTL vererek başvuru formu ve iki adet zarf alın. Eğer 5,00 YTL verdiyseniz para üstü olan 2,00 YTL yi mutlaka isteyin. Çünkü arkadaş unutabiliyor (!)

-- Form Doldurma ve Evrak İşlemleri --
Aşağıdaki işlemleri yapmazsanız sıra size geldiğinde sıradan çıkıp yandaki masada bu işleri yapmak zorunda kalırsınız ve tekrar döndüğünüzde sıranızı kaybedebilirsiniz.
  • Nüfus cüzdanınızın iki adet fotokopisini hazır tutun ve fotokopileri mutlaka a4 kağıdının yarısı boyunda kesin. Tam a4 kağıdı olursa yarıya kadar küçültmenizi istiyorlar.
  • Fotoğrafınızı formdaki yere sığacak kadar kesin ve forma zımbalayın. Masada zımba var. Teli biterse sırayı yararak içerideki memurdan isteyin. Bir taneden fazla tel almayın fırça yiyebilirsiniz.
-- Son İşlemler --
Memura güleryüzlü davranın. O sağ yanağınıza sinirlense siz sol yanağınızı gösterin. Eksik doldurduğunuz yerleri sıradan çıkmadan hemen yanında doldurun.
Eğer muayenede gözlüklü iseniz gözlüklü gidin. Gözlüklü değilseniz de gözlüksüz gidin. Ne yazıyorsa öyle olun, adam olun (!) Memura kart bedeli olarak 32,00 YTL para verin. Bozuk verin. Sonra çıkıp paşa paşa işinize gidin.

Türk Siyaseti

22 temmuz 2007 Genel Seçimleri öncesi:

AKP lideri: Ey Antalyalılar, Baykal Antalyalı ama Antalya'ya ne yaptı? Hiç bir şey (!)
CHP lideri: AKP'ye verilen oylar PKK'ya gider, ayrıca yeşilkartı kaldırıp kimlikle herkese sağlık hizmeti vereceğiz (!!)
Diğerleri: x bilmem kaç lira olacak (!!!)
Halk: Hangisine versek (!!!)
Bunun adı: Siyaset (!!!)
Ben: Keşke 80 ya da 600 ya da 1400 sene önce dünyaya gelseydim!

Bir de siyasetçilerin kim olduklarını anlamak için şunu okumak lazım: Kontrgerilla

Cumhuriyet Halk Partisi

Türkiye siyasetinde başarısız partidir.
Bu başarısızlığı ile ilgili bir kaç tespit.
- En büyük rakibi Ak Parti özellikle belediyeler ve teşkilat yapısı sayesinde sürekli halk ile temas halindedir fakat Cumhuriyet Halk Partisi bunu becerememektedir.
- Yetkililerindeki "kendi ve insanlar ile barışık olmayan karakter yapısı" özellikle Parti için çalışmak isteyen insanları parti dışında bırakmaktadır. Bunda Sayın Baykal'ın parti yönetimindeki statükocu yapısının da etkili olduğunu düşünmekteyim. Zira her sivrilen kişi potansiyel tehlike olarak görüldüğü için oyunun dışında tutulmaktadır.
- Gençlere açık olmayan partidir. Ak Parti kendisine başvurup görev almak isteyen kişilere çok yoğun ilgi gösterirken Cumhuriyet Halk Partisi yetkilileri ile görüşmek için deveye hendek atlatmak gerekir.

Kısaca "halk partisi" olan ama halka sırtını dönmüş partidir.

"Halkı kazanan savaşı kazanır."
Mao

Eğitime Katkı Payı

üniversite yıllarımda (doksanların sonu) adını sıkça duyduğum ama farklı vergiler ödemekten folloş olmam sebebiyle hayal meyal hatırladığım, eğitime katkı adı altında bir takım işlemler üzerinden devlete bir gelir yaratan kesinti/gelir kalemi idi.
en sivri hatırladığım noktası ise; 8 milyon tl olan başbakanlık bursumu almaya gittiğimde, 6 milyon tl ödenmesinin sebebi olan, 2 milyon tl eğitime katkı payı kesintisi olmuştu. insan ister istemez düşünüyor, hadi eğitime katkı payı aldın da, eğitim gören öğrencinin bursundan da eğitime katkı payı olur mu sayın ilgili dönemin yöneticileri?

Minibüs Şoförleri

An itibariyle;
- Yaklaşık 15 dakikalık yolu her köşebaşında bekleyerek 45 dakikaya çıkartmış,
- Hemen arkasında oturan kızı, bakışlarıyla sürekli aynadan taciz eden,
- Gaz-fren geçişlerini oldukça agresif yaptığı için kendimi lunaparktaki eğlence treninde sanmama yol açan,
- Debriyaj kullanmadan vites değiştiren,
- Sağ şeritte giden bir bayan şoförle hız yarışına girip onu ileride parketmiş kamyona çarpması için sıkıştıran,
- Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinden çıkıp karşı kaldırıma geçmeye çalışan zihinsel özürlü bir vatandaşımıza (deli diye) camı açıp tüküren,

Bir "kötü" örneğe sahip meslek grubudur. Benzer davranışların bazılarını daha önce defalarca yaşadım fakat bu arkadaş hepsini bir arada gerçekleştirmeyi başaran ender hıyarlardan biriydi. Yuh yahu. El edeb!

Ekonomiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii

son dönemde, yasama erkine sahip meclisin sürekli siyasi ve politik meseleler ile ilgilenmesi sebebiyle, ekonomiyi düzenleyecek, denetleyecek ihtiyaç duyulan düzenlemeleri yapmayan meclise sahip ülkem.
13 yıldır beklenen sigortacılık yasası 13 dakikada çıkıyor (tartışılmadan, derinlemesine görüşülmeden) fakat siyasi olaylar aylardır tartışılıyor.

hani ekonomik bir düzenlemeyi şöyle bir ay tartışsalar dişimi kıracağım.
ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi ... ekonomi